Yazar: Yusuf Meral
Kâzım YEDEKÇİOĞLU
Nevzat TÜRKTEN
1861 yılında ZİLE PANAYIRI
Yusuf Meral
19. yy.’da Anadolu’ya gelen ünlü Fransız Arkeoloji Profesörü, Bilim Adamı Georges PERROT’un “SOUVENİRS D’UN VOYAGE EN ASİA MİNÖR, PARİS 1867” adlı eserinde “Bir zamanlar İslâm Dünyasının bilim ve kültür merkezi, üniversiteler şehri; Anadolu’nun Oksford’u Amasya” kısmının içerisinden, ZİLE PANAYIRI ile ilgili bölümleri aşağıya almış bulunuyorum. Nereden……………nereye?.Ben, bir yabancı gözüyle aşağıda anlatılan, dillere destan ZİLE’Mİ geri istiyorum. Gereğini, saygılarımla arz ederim. 1861 YILINDA ZİLE PANAYIRI Amasya’da oturduğumuz/araştırma yaptığımız günlerde bir kupa arabası kiralayarak Zile’ye beş günlük bir gezi düzenledik. Zile Kasabası daha önce okuduklarımız ve duyduklarımıza göre antik dönemlerde kutsal ayinlerin ve şenliklerin yapıldığı, Sezar’ın Farnak’la bu bölgeyi geri almak için yaptığı savaşta galip gelmesi; Haçlı savaşları sırasında buraya tutunmak isteyen Katolik Latinlerin anılarını, Strabnon’un Hirtıus’un canlı anlatımlarını yerinde görmek istedik. Acaba günümüzde de hala böyle bir canlılığa ticaret ortamına sahip miydi? diye merak ediyorduk. Gezimizi Zile Panayırına denk gelen günlere göre planlamıştık. Biz arabamızla panayırın kurulduğu açık alana girdik. Buraya Diyarbakır, Şam, Halep, Ankara, Akdeniz ve Karadeniz kıyı kesimlerinden, Fırat, Dicle kenarlarından sandıklar, balyalar ve denklerle birçok eşya getirilmişti. Bu alanda geçici satış stantları kurulmuştu. Satış ve teşhir yerleri, çeşitli gösteri sahneleri, sağlam canlı coşkulu bir şekilde hazırlanmıştı. Satıcılar, çığırtkanlar hızlı, tis, kulak tırmalayıcı düzensiz seslerle sergilerine çekmek istiyorlardı. Su, şurup, şerbet satıcıları, seyyar berberler de diğer gezici satıcılar da bunların arasında dolaşıyordu. Panayırda her türlü malı bulmak mümkündü. İpekli mendiller, Halep işi fesler, raflara, tablalara, düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Şam ipeklileri, süslü keten ve ipekli karışık dokumaları, Diyarbakır ve Halep işi mendiller, simli nakışlı sarıklar, Hint kaşmirleri, saçaklı püsküllü, parıltılı, çeşitli renklerdeki baş örtüleri kafiyeler mevcuttu.Tatlı ve hurma satıcıları, size bunları tattırmak için zorla ikram ediyorlar. Panayırda gördüğümüz çeşitli dokumaları, kumaşları ve tekstil ürünlerini düşünceli karşılaştırmalı bir şekilde gözden geçirdik. İpekliler karton kutulara yerleştirilmiş. Sergide bakmak için açtırdığınız bir malı almak zorunda kalıyorsunuz. Aldığınızda size dualar ediliyor. Bir sergide Paris malları satılıyordu. Sahibi buralarda alışılmış bir hareketle beni yanına çağırdı. Hemen dokuma ve kumaşları ve giysileri yaymaya başladı. Panayırda en güzel malın kendisinde olduğunu, bunların eşinin benzerinin bulunmadığını, gayet de ucuz vereceğini söylüyordu. Kışkırtıcı, cazip teklifler yaparak bana mal satmaya çalışıyor ve Paris’ten mal aldığı mağazaların adreslerini veriyordu. Nereden geldiği belli olmayan bu satıcının çok kurnaz, sinsi ve bir üçkâğıtçı olduğunu anlamıştım. Konuşma biraz daha uzun sürerse bana zorla mal satacağını ve aldanacağımı anladım. Oradan ayrılarak öteki satıcıların yanına gittim. Zaman zaman buraya gelen Ankaralı ve Kayserili Ermeni satıcılarda uğradığım ilk satıc, “Gel çorbacı gel! Güzel halılarımız, mendillerimiz var içerde- diyorlardı. Panayır süresince geçici birkaç çığırtkan ve tezgahtar beni görünce talihlerinin ayaklarına geldiğini, yüzlerine güldüğünü sandılar. Paris’teki büyük bir mağazayı andıran bir Ermeni’nin sergisine götürdüler. İyi yetişmiş tezgâhtartüm malları indiriyor, özelliklerini tektekanlatıyor, bana satışyapmaya çalışıyordu. Bir şey almayıp mağazadan çıkarken çok üzgün, ümitlerinin kırıldığını gördüm. Ben de üzülmüştüm. Panayırdaki geçici olarak kurulmuş bu sergi ve dükkanlarda Zile’nin gerçek ekonomik boyutunu görmek yeterli değildir. Bunu daha araştırıp öğrenmek için de birçok madenî, tarım ve dokumacılık vb. yerel, üretimin yapıldığı Zile Bedestenini gezmekle mümkündür. Bu bedestenin Osmanlı coğrafyasında güçlü bir ekonomik ticari yeri vardır. Bedesten uzun sokaklara bölünmüş üstü kapalı gayet güzel bir yapıdır. Çeşit, çeşit mal satan dükkanlar, dokuma ve madeni eşya imalathaneleri bulunur. Dükkanların vitrinleri, tezgahları çok güzel, göz alıcı şekilde düzenlenmiştir. Panayıra gelen tüccarlar, biraz pahalı olmasına rağmen, çok miktarda mal almaktadırlar. Bedestendeki bu satıştan işyeri sahipleri oldukça memnundurlar. Zile’de üretilen gri yünlü kumaşlar, çuhalar çok sağlam ve kalitelidir. Rumeli’deki fabrikalarda üretilen kumaşlarla aynı sağlamlıktadır. Zile kumaşlarının üzeri göz alıcı siyah noktalarla bezenmiş Türklerin, İranlıların, Suriyelilerin beğenisine uygundur. Buranın dokumacı esnafının ürettiği pek çok kumaş, mefruşat, çarşaf, perde, havlu, elbise Anadolu ve Suriye’de büyük talep görmektedir. Zile, bugün de çok eski zamanlardan beri ünü bütün Orta Doğu’ya yayılmış, geleneksel dokumaların üretildiği önemli bir merkezdir. Bedesten’de Ankara’daki gibi gürültü patırdı, kargaşa yaşanmıyor. İsviçre ve İngiltere üretimi alaca basma, ipekli ve çiçekli basmalar,Türkiye’nin henüz bu kısmını istila edememiş ve kullanımı yaygın değil. Bu iki ülkenin dokumaları burada iyi talep görür. Beğeni toplar. Çünkü buralarda üretilen dokumalardan maliyetleri düşük. Eğer bunlar bir de Türk beğenisine uygun çizgi ve desenler işleseler, kaliteli ve kullanışlı olsalar, taklit olmasalar Suriye, Halep ve Zile çok büyük talep patlaması yapar. Kaliteli zevkli fakat pahalı Türk üretimi kumaşların yerine bölge halkına sunulacak en güzel armağan olur. Panayıra geri döndüğümüzde arkadaşım Bay Guillaume’nin yerli çizgili-çubuklu kırmızı dokuma kumaşlar ilgisini çok çekti. Kumaşların dokusu, hoş süsleri, ipekli işlemeleri, çizgili desenleri onu baştan çıkarmış cezb etmişti. Fakat, bir ayrıntı gözünden kaçmış, kumaşların etiketine ve üretim tarihine bakmamıştı. Etiketi görünce hayal kırıklığına uğradı. Kırmızı kumaşın Lyon’daki bir fabrikada üretilmiş, Fransız malı olduğunu anladı. Etiketine bakmayıp onu otantik orijinal bir doğu malı sanıp satın alsaydı, Fransa’da eşine, dostuna armağan olarak götürecek, çok mahçup olacaktı. Türkiye içindeki süslü, parıltılı bu tür kumaş üreten dokuma atölyelerinde imalat, tezgâhlarda el emeği ile yapılır. Çok düzensiz çalışırlar. Makineli üretime geçilmediği için maliyet yüksektir. Zile’de taştan yapılmış on yıllık bir bedesten/han daha vardı. Burası İstanbul’daki hanlar gibi taş kubbeli ve tonozlu olmayıp, etrafı da duvarlarla çevrili değildir. Tüm yıl boyunca açık olduğu gibi panayır süresinde de çok miktarda ticari kervanlar gelir. Hanın içinde yük balyaları depolanır. Bu hanın çatısı ve bazı kısımları ahşaptır. Panayır devam ettiği günlerde handa bir sabotaj düzenlendi. Handaki ticari mallar buğdaydan-incik boncuğa, kışlık erzaka kadar her şey yandı. Yangının, handa yemek pişirmek için yakılan bir ateşten çıktığı söylentisi devam ederken, Zile’ye yakın birçok köyden geçimlerini eşkıyalık, çapulculuk, soygunla sağlayan çetelerin yağmasına uğradı. Bu handa bulunan mallar yangın söndürülürken çıkan kargaşada, kaşla-göz arasında aşırılmıştı. Güvenlik güçleri bu soygun olayını soruşturmaya başladı. Şahitlerin söyledikleri ve alınan duyumlar,yağmanın bu eşkıya grubu tarafından yapıldığını doğruluyordu. Fakat, daha ciddi ve aktif soruşturma yapılmadı. Güvenlik güçleri soruşturmada inanılmaz savsaklamalar yaptılar.Türkiye’de bu tür ihmaller ve savsaklamalar çoktur. Bizim, Zile’de bulunduğumuz üçüncü günde sorun çözüme kavuşturulamamıştı. Kasabanın çamurlu sokaklarında devriyeler geziyor, baştan aşağı dolaşıyorlardı. Ama soyguncular bir türlü bulunamamıştı. Büyük bir para çekim ve ticaret merkezi olan Zile’de sosyal ve ekonomik canlılık bu soygunla, sık,sık olduğu gibi sönmüş, büyük zarar meydana gelmişti. Şehrin yöneticileri, tüccarlar, zanaatkârlar, köylüler, zararlarını/kayıplarını biraz daha azaltmak için, yazın yapılacak başka bir panayırın hazırlıklarına ve yanan hanın onarımına başlamışlardı. 1861 yılında Zile Panayırı’nda çok az alış-veriş ve ticari antlaşma oldu. Bunun nedeni de devletin piyasaya madeni para yanı sıra kağıt para (kaime) sürmesi oldu. Halk, kağıt paraya rağbet etmedi. Bu yüzden nakit madeni para sıkıntısı baş gösterdi. Madeni paralar piyasadan çekildi. Kâğıt para kullanılmaya başlandı. Ama gerçek değerinin altında işlem görüyordu. 1862’de hükümet, kâğıt parayı kullanma zorunluluğunu getirdi. Panayıra katılan Zileli ve diğer yerlerden gelen iş adamları, tüccarlar, gezgin satıcılar ellerindeki malları peşin ve kredili şekilde madeni gümüş paralarla aldıklarını, çok miktarda malı da madeni para karşılığında kredili bir şekilde sattıklarını, vergilerinde yüksek olması handaki çıkan yangından büyük zarara uğradıklarını, eğer alacaklarını ve vereceklerini kağıt parayla yapacak olurlarsa, büyük bir yıkımla karşı karşıya bulunduklarını öfkeli üzgün bir şekilde söylüyorlardı. Panayıra katılım ücreti ve yer kirasını depo, konaklama yemek fiyatlarının yüksekliği de Halep’ten gelen tüccarların şikâyet konusuydu. Tüm tüccar, ağız birliği etmişçesine kimseye kredili mal vermeyeceklerini, alacaklarını madeni gümüş para olarak isteyeceklerini, Zile’deki kendilerine verilen hizmetin pahalı olduğunu, gelecek yıl Anadolu’nun diğer yerlerindeki ucuz konaklama, yer kirası ve katılım payı az olan panayırlara gideceklerini bildiriyorlardı. 1861 yılında Zile Panayırı’ndaki olumsuz kötü etkileri bir kenara bırakırsak, zor şartlar içinde devletin ilgisizliğine rağmen, iyi kârlı bir sezon geçirildi. İyi bir hazırlık olursa, katılımcılar gelecek yılki panayır haftasında zararlarını kurtarabilirler. Şimdi faaliyetlerini biraz kıstılar. Her yıl geçtikçe durum düzeliyor. Fransa’da bu panayırdan kazançlı çıktı. (Devam edecek) |
MEDENİYET YOL,YOL İSE KALKINMADIR
Yusuf Meral
Medeniyet yol,yol ise kalkınmadır
Kendi kendime söz vermiştim. Artık yazı yazmayacağım diye.Nedeni ise, yıllarca araştırdığımız belgeleri tasnifleyip kitaplaştırmaktı.
Bu aşamada ilk kitabımız olan Şems-i Sivâsî hazretlerini yayım hayatına kazandırmış,Sivas’ta medfun bulunan bu büyük velinin türbesinin giriş kapısına ‘’ZİLE’de doğan ‘’ ibaresini kitabeleştirmiştik. Mübarek ömürlerinin yarı yılını Zile’de geçiren bu büyük zat ;devrin valisinin Sivas’ta yaptırdığı camiinin inşaası sonrasında, burada halkı irşad edecek büyük bir alim,müfessir,kâmil,müderris,fâkih,muhâddis bir hazret aramaya başlarlar.Araştırmalarının nihayetinde kendilerine (valiye) Şeyh Şemseddin hazretleri teklif edilir.’’Ağabeyim müsaade ederlerse gelirim’’ der.Vali; Zile’de ikâmet eden Muharrem Efendi’den (Halk bu mübarek zata MUALLİM DEDE der) izin alır. Sivas’a gider ve burada haklı şöhretine kavuşur. Nasip olursa bu defa Muharrem Efendi’nin kızı Safa Hatun’un oğlu KUTB’UL AKTAB ABDULÂHÂD NURÎ HAZRETLERİ’ni yayım hayatına kazandıracağız.Son çalışmaları tamamlanmış olup, kitap baskıya hazır beklemektedir. Amacımız Kültür Şehri olan ZİLE’nin kültürüne bir nebzecikte olsa katkıda bulunmaktadır. Araştırma son derecede zordur.Sizin bulduklarınıza sizden sonra gelenler ya da aynı yolda yürüyenler bir şeyler eklerse bu bize büyük bir mutluluk verir. Zira ben ,İlk defa 1960 lı yıllarda çağıltı dergisinde yayınlanan ZİLE şivelerini artırmak için, el’an dahi halkın girip çıktığı kahvelere gittim.Elimde kağıt kalem bunları kayda geçtim. Bazıları ‘’Hoca yine bir cevher buldu’’ gibi sözlerle alaya bile aldılar.Aldırmadım.Sözlere kulak kesildim.Onlara çaktırmadan kağıda döktüm.Bakıyorum ilave yok.Dönüp dolaşıyor 1983 yılında çıkardığımız HER YÖNÜYLE ZİLE kitabının kopyası.Oysa arşivimizde daha nice Zile kelimelerin gün yüzüne çıkacağı günü beklemektedirler. Ömrümüz yeterse araştırmalarımız hız kesmeden sürecektir. Neyse Medeniyet yol dedik. 1977 yılında Bingöl’e gittim. Bingöl –Genç (Genç Bingöl’ün ilçesi) arası tam Zile-Turhal arası kadar.Yol doğa şartlarına rağmen olabildiğince düz,geniş ve beton asfaltla kaplı.O tarihlerde sabah Genç’ten Bingöl’e bir minibüs ,yaz kış durumuna göre de Bingöl’den öğleden sonra Genç’e bir minibüs. Başka zinhar yok. O tarihlerde Zile-Turhal arası eğri büğrü alfalt olup olmadığı belli olmayan delik deşik yollar.Ve 3-5 dakikada Zile’den Turhal’a,Turhal’dan Zile’ye taksiler,otobüsler,minibüsler ,kamyonlar vs. 2012-2013 dönemi içerisinde Zile’ye tam 7 defa gelip gittim.Yıllık ihtiyaçlarımın büyük bir kısmını Zile’den karşılamaya azami ölçüde dikkat ederim. Alış-veriş ettiğim esnafın bir çoğu güldü. Bunları Kayseri’ye mi götüreceksiniz diye. Değişik yerleri görme arzusu içinde değişik yollardan Zile’ye geliş ve gidiş yollarını denedim. Bakın nelerle karşılaştım.Yakından uzağa doğru. Çekerek Aydıncık (Eskiköy) arasında duble yol çalışmalarının hızla yapıldığını gördüm. Yozgat-Osmanpaşa-Boğazlayan arası müthiş bir yol -ATATÜRK YOLU- deniliyor. (Hatırlatma: bu yol 2000 yılından önce yapılmıştı.)Sadece Çekerek-Sorgun arası hariç (Herhalde bu yolu Zileliler kullanmış olduğu için) Yozgat’ın hemen hemen bütün ilçeleri duble yolla kaplı (tabii Çekerek-Kadışehri hariç.Ama,Kadışehri’nden de hızlı tren geçecek) Tokat-Turhal, Turhal Amasya duble yol. Reşadiye-Suşehri, Reşadiye-Niksar, Niksar Erbaa, Erbaa-Taşova, Taşova_Amasya arası hep çift yol bakımlı ve düzgün. Gölbaşı-Bala arası çift yol. Yol tamtakır. Bom boş yol. Bala-Kaman (Kırşehir ve Ankara’nın ilçeleri) arası duble yol.Yollarda cirit oyna at koştur.Hakeza Kırşehir-Kaman arası çift yol. Fareler cirit atıyor.Yollar tamtakır.bomboş.Sivas- Zara arası 3 gidiş 3 geliş yollar boş.Aynı şekilde Sivas-İmranlı arası.Daha nereleri sayıyım.Yol yapımının çok zor olduğu Akdeniz kıyısındaki Antalya-Alanya-Manavgat’ı söylemiyorum. Manavgat-Gazipaşa arası . Zile’den çok çok küçük bir kaza yol Duble.Çorum ilçelerini,Amasya ilçelerini söylemiyorum. Zile-Turhal arası.İki defa DEMİRYOLU’nu çiğniyorsunuz,yol ilkçağdan kalma.ve binlerce araç gelip geçiyor hem de kelle koltukta.. Her zaman söylüyorum.SAHİPSİZLİK. Amasya-Zile arası.gidenleriniz varmı bilmiyorum.Zile-Artova arası denediniz mi.Aynı şekilde Zile-Pazar arası ya da Zile Kadı şehri arası. Yol ticarette sirkilizasyondur. Yok biz ticaret şehriyiz.Panayırımız bile var.Üstelik Osmanlı zamanından kalma diye de övünüyoruz. Doğru.Çocukluğumuzda Panayıra ihtiyaçlarını sağlamak için, civar il ve ilçelerden,köylerden akın akın akın insanlar gelir,hanlar ve oteller insanlarla dolup taşardı.Yıllık ihtiyaçlarını bu kentten karşılar ve şehre para bırakıp giderdi.(hayvan koşumları,soba,semaver her türlü bakır eşyalar-Salça pekmez ,bulgur kazanları çamaşır leğenleri- hazır giyim eşyaları-Bunlar Zile’de imal edilirdi. ‘’Rahmetli annem, hazır giyim yapan işyerlerine günde 30-40 arası tek başına gömlek dikerdi.Tabii düğmelerini dikmek de bizlere düşüyordu.Gülmeyin tanesini 20-25 kuruşa dikiyordu.’’ Her türlü demir işleri ve malları-Nacak,keser,balta,bıçak kazma,nal,çivi,zerze vs.-kalaycılık,tenekecilik -idare,şinanay,çatı olukları vs.-,manifaturacılık,kışlık yiyecekler..saymakla bitmeyecek faaliyet ve etkinlikler. Şimdi … o güzel panayırımızın yerinde yeller esiyor…Turhal’ın Çarşamba pazarı gibi, çerçiciler geliyor,yerli esnafın bir yılda kazanacağı paraları bir hafta 10 gün içinde toplayıp gidiyor.Nereden nereye. Şimdi geçmişle övünmek… Yol Medeniyet,yol kalkınmadır. Sonra oturup ağlıyoruz. KÜÇÜLEN ZİLE Saygılarımla… Not:Bu yazımı 30 mart seçimlerinden önce kaleme almıştım. Seçim arefesinde yanlış anlaşılır amacıyla yayınlatmayı düşünmemiştim. 30 mart seçimleri öncesi bir hafta kadar Zile’de kalmıştım.Neyse Zile-Turhal arası çift yol oluyormuş.Hayırlısı.Yalnız önceki plana göre değil, mevcut yol üzerinden çift yol.yani iki hemzemin geçitli yol.Buna da razıyız.(Ne işe yarar diye vallahi yazıyı yine yayımlamayı düşünmemiştim.) Ancak 8-9 Ekim tarihlerinde, acil işim nedeniyle Zile’de idim.Hem de merakımı giderecektim. Zile- Turhal arası, acaba özlemini duyduğumuz yola kavuşmuştur diye. Görmez olaydım,yani Sivas Zara arasını ne bileyim ötekilerini berilerini.İYİLEŞTİRMEDEN ÖTE BİR ŞEY GÖREMEDİM. Amasya-Zile arası da her halde planlanmaya alınmış. İnanın yazımı bir türlü yayınlatamadım… Ta kii, eşimin birkaç gün önce Zile’ye gitmesine kadar.(7-8 Aralık 2014 de Zile’de idi.)Eşim aynen şöyle diyordu, içi yanarak ve özlemiyle tıtuştuğu kenti için “Yusufff ZİLE köy olmuş ya” Doğru da söylüyordu.Köyden kente,kentten de köye gündelik seferler olur. 1980 li yıllarda Zile’den Kayseri’ye, Zile’den Sivas’a, Zile’den Samsun’a günlük araçlar gidip gelirdi. Ya şimdi!.. Tabii Zile’den İstanbul’a günlük 11 sefer gidiş geliş, Zile- Bursa, Zile- İzmir, Zile Ankara’yı hiç saymıyorum. Küçülen Zile’ye doğru yola devam… |
|
Yusuf Meral “Zile’de her şeyi bulursunuz, sadece tembellik hariç” diyor. Bundan yıllar önce kaleme aldığı bir yazısında ünlü yazarımız rahmetli Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU. Evet, ZİLELİ çalışkandır. Önüne getirilen her şeyi yapar. Yeter ki iş olsun. Reddetmesi hemen, hemen imkânsızdır. Elde ettiği geliri birikiminde kullanmaz. Yazı kültürüne göre tatilini yapar. Deyim gerekirse “AT GİBİ ÇALIŞIR EŞEK GİBİ YER” ZİLELİ zevkine düşkündür. Kar gayesi gütmeden senede bir iki gün de olsa bağda bahçede geçirir gününü. Onca yaptığı masrafa bakmadan. Üzümden, elmadan. Kirazdan, vişneden, cevizden şu kadar gelir elde edeceğim demez. ZİLELİ ÜRETKENDİR. Ancak bu gücünü, ortaklıkta kullanmaz. Kullanmamıştır da. Hep ferdiyetçilikte kalmıştır. Kaybettiği nokta da bu olmuştur. Halen de olmaktadır. 5 li, 6 lı ortaklıklar (aile şirketleri hariç) hemen, hemen hiç yoktur. ZİLELİ girişimcidir. Girişimciliğini entegrede kullanmaz. Ayni işe başkası da girişir. Hem kendini hem ötekini ortadan kaldırır. ZİLELİ ÜN mü UN mu sözüne ÜN der. Desinlere meraklıdır. Aldığı bir ürünü pahalı almakla övünür. Ucuz aslana ve onu kullanana yukardan bakar. ZİLELİ hep “DOĞUŞTAN LİDER”DİR. Ancak bu liderlikleri diğerleri tarafından engellenir. Zile dışındaki Zilelilere baktığımızda hep lider pozisyonunda görürüz onları. ZİLELİ içerde başkadır, dışarıda başka. Bunu çok güzel ifade etmiştir o meşhur karikatürüyle Sayın Mehmet Sezen ağabey. ZİLELİ kanaatkârdır. Bulduğu ile yetinir. Yarına Allah Kerim’dir der. ZİLELİ “Altın yumurtlayan Tavuk”un kıymetini bilmez. Tavuğu boğazlayarak hem kendine, hem başkasına, hem de topluma zarar verdiğinin farkında olmaz. Dolayısıyla önünü kapatır. Örnekleri ve kaybı çoktur. ZİLELİ suyu çok sever. Oysa taşa, kayaya sırtını döner. Günün birinde O’na ihtiyacı olacağını hiç düşünmez. Malum. Sel gider, geride kum kalır. ZİLELİ dosttur. Dostluğu menfaate dayalı değildir. ZİLELİ iş bitiricidir. Bazen de hem kendini, hem de karşısındakini bitirir. ZİLELİ milliyetçidir. Milliyetçiliği kendine zarar verir. Oysa NİKSAR’DA OLCA’ dan başka salça satılmaz. ZİLELİ değişime, gelişime ayak uydurur.1960 yılında Türkiye’nin 49 ilinden büyük olan bu şehir; değişimden, gelişimden siyasiler tarafından ihmal edilmiştir. Saygılarımla. Yusuf MERAL Kayseri Fevzi çakmak Lisesi Tarih öğretmeni |
|
Bülent GÜNDOĞAN
Prof. Dr. Önder ÇAĞIRAN
Atiye Güner TÜMÜKLÜ
1947 Kayseri-Bünyan doğumludur
Bünyan Ortaokulu, Kayseri Lisesi, İzmir-Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü bitirerek Türkçe öğretmeni
Yurdun değişik yerlerinde Develi, Bitlis-Tatvan, Hakkâri, Hakkâri-Yüksekova, Bünyan ve İzmir-Torbalı’da olmak üzere otuz yıldan fazla Türkçe öğretmenliği görevini sürdürdü..
Evli ve üç çocuk annesi olup, dört de torunu bulunmaktadır.
KYD (Kadın Yazarlar Derneği) ve EKYAZ (Egeli Kadın Yazarlar Derneği) üyesidir.
Emeklidir.
İnsan tanımını; “Hakkı olanı, alması gerekeni, kopara kopara alması bilen, olumsuzlukları kadere bağlayıp tırsan pusan susan değil; elde ettiklerini toplayan bütünleştiren yaşadıklarından çıkardığı sonucu sözlü yazılı paylaşandır,” biçimiyle yapar. Kendisi de bu tanıma göre yaşar. Öyle ki anılarını ürkütmekten, anlatınca yıpratmaktan, yazınca da özünün yıpranmasından korkmaz. “Yaşam, hiçbir kimse için bir bozgun değildir”e inanır. İnsanca yaşamak için gerekli üç kavrama bağlıdır. İMGE, TUTKU, İNANI. Doğru olmaktan, özveride bulunmaktan kesinlikle pişmanlık duymaz. Özünde karamsarlık olmadığı halde yazdıklarını insanlarla paylaşmamaktan dolayı az biraz mutsuzdur..(Kadın Yazarlar Derneği’nden alınmıştır.)
ESERLERİ VE ÖDÜL KAZANAN ÖYKÜLERİ :
1.“Kocanı Yemedik Ya”
Seyrek Belediyesi Kadın Konulu Öykü Yarışması
2. “Zenginden Kaparo”
2009 Ankara Kitaplığı Kanada: Jüri Özel Ödülü
3. “Çiri Kim Yediyse”
Geleneksel Mahmut Tunaboylu Öykü Yarışması.
4. “Aşkın E’ Hali”
Gila Kohen Öykü Yarışması
5. “Ünzüle”
2009 İzmir Kuş Cenneti Koruma Ve Yaşatma Derneği 1.Öykü Yarışması
6. “Canlı Çuval”
2010 Yılı Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması
7. “Yerini Yadırgayan Göçmen Kuşu”
2010 İzmir Kuş Cenneti Göç Konulu Öykü Yarışması
8. “Müberek Köpekler”
2011 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülü
9. “Küstüm Çiçeği ”
6. Gila Kohen Öykü Yarışması Öykü Ödülü
10.“Tummadan Tummaya”
2010 Alt Kitap Öykü Yarışması
11. “Karınca Kardeşliği”
2011 Seyrek Anam Evi Çalışma Gurubu
Savaşın Getirdikleri Konulu Öykü Yarışması
12. Kaşık Büyüsü
2012 Yılı Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülü
Ödüllü hikayelerini bir araya topladığı “Zenginden Kaparo” adlı kitabıyla yayın hayatına kazandırdı. Hayatı boyunca kitaplarla haşır neşir olan, okumayı hiçbir zaman bırakmayan Tümüklü’yü kitap yazmaya çocukları teşvik etti. Atiye Hoca’nın çocuklarından Dilek Doğu Sevim, kitabın afişini yaparken, Gülden Demir reklamlarını üstlendi. Doktor oğlu Mustafa Murat Tümüklü’ de maddi destekte bulundu. Kitabını çocuklarının hem teşviki hem de desteği ile bastığını söyleyen Tümüklü: “Çocuklarım da eşim de hep yanımda oldu. Onlara çok teşekkür ediyorum” dedi.
KİTABIN KAPAĞI ÖYKÜLERDEN BİR PARÇA GİBİ
ATİYE Güner Tümüklü’nün ezelden beri kitap yazma isteği vardı. Ancak okul, öğretmenlik, annelik derken bu hayallerini ertelemek zorunda kaldı. Emekliliğinin ardından okumaktan hiç vazgeçmeyen Tümüklü, çocuklarını da evlendirip gönderince eşiyle baş başa kaldı ve yazmaya ayıracak vakti oluştu. Sistematik olarak yazmaya 15 yıl önce başladığını belirten Tümüklü: “Lise döneminde okul dergisinde yazardım. Ancak daha sonra emekli olana kadar ara verdim. Sanırım bu benim biriktirme dönemimdi. Fırsat bulunca da içimdekileri kaleme döktüm” dedi. Öykülerinde hem acı hem de tatlı şeyleri anlattığını belirten Atiye Hoca: “Kapaktaki resimde bulunan kadının yüzünün bir yanı hüzünlü, diğer yanı gülümsüyor”
KARA KUTU
ÇEHOV tarzı durum hikâyelerini kaleme alan Atiye Hoca, öykülerini geride bırakacağı bir miras olarak görüyor. İnsanların maddi şeylerini dünyada bıraktığını, düşüncelerini ve duygularını yanında götürdüklerini ifade eden Atiye Hoca: “Ben düşüncelerimi yanımda götürmek istemiyorum. Burada kalmasını, benden sonra da yaşamasını istiyorum. Bu yaştan sonra organlarımı kimse almaz ama düşüncelerim, birikimim daimidir” diye konuştu. Öykü kitabını kara kutusu olarak gördüğüne belirten Tümüklü: “Her insanın bir kara kutusu vardır. Kimisi açılır, kimisi sıkı sıkıya kapalıdır. Öykülerim, benim kara kutumdan yansıyanlardır. Kendi yaşadığım ya da gördüğüm şeylerin veyahut duyduğum tek bir sözün bende uyandırdığıdır.” diye konuştu.(Büyük Torbalı-Torbalı haber portalı’ndan alınmıştır.-15 şubat 2012-)
Basılı Eserleri:
Zenginden Kaparo ve Memur Kedisi’dir.
Memur Kedisi; İlköğretim yıllarındaki çocuklara hitaben yazılmış ancak büyüklerin de keyifle okuyabileceği bu kitapta, yazarınçocukluk deneyimlerinin de yer aldığı kısa öyküler bulunmaktadır.
Yazar, öykülerinde insana, hayvana, ülkeye ve doğaya duyulan derin sevgiyi sade bir dil ve akıcı bir üslupla anlatırken; çocuklara çevre, ülke, doğa ve aile bilincini aşılayıp, okuma sevgisini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Aynı zamanda yetişkinlere deçocukların yaşadığı kaygı ve sevinçleri onların gözünden görebilme ve çocuk dünyasında keyifli bir yolculuk fırsatı sunmaktadır.