Seni bir yıla, bir yıldıza;
Seni bir kitaba, bir kutuba;
Seni bir nesle, bir devre nasıl sığdıralım nasıl?..
Seni içine alamaz yıllar, yıldızlar;
Seni anlatmaya yetmez kitaplar, kutuplar;
Seni kuşatamaz nesiller, devirler!..
Öyle ise,
‘Asım’ın nesli’ dediğin “Çanakkale Şehitleri”ne atfen söylediğin:
“Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb,
Seni ancak ebediyetler eder istiâb ”mısralarını, biz de senin için
niçin söylemeyelim ki, biz de sana niçin ithâf etmeyelim ki?..
Çünkü sen,
“Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” derken;
Yüce dinimiz İslâmiyet’in ruhu ile, asîl milletimizin Türklük şuurunu kenetleştirip bütünleştiren; çok sağlam ve bir o kadar estetik bir yol haritası çizen ‘haysiyetli bir mütefekkir’din!
Öyle ise biz,
“Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl” diye, nasıl mânidâr bir sentez yapmayalım ki?!.
‘Hamiyyetli bir müderris’ olan sen:
“Sahipsiz kalan bir milletin batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır!” derken;
bizim:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım?”diye haykırmamamız, nasıl mümkün olsun, nasıl?!.
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” diyen
‘müstesna bir insan’ olan sen, ‘mükemmel bir Müslüman’ kimliğine işaret ederken;
Biz,
“Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli” bercestesini, nasıl düstur edinmeyelim nasıl?!.
Sen,
“Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki, beklerdin,
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?” deyip bülbülün feryâdı figânı ile bağrı yanan
‘seciyeli bir hürriyetperver’ken
Biz,
“Canı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ” diyen
nasıl ‘seviyeli bir vatansever’ olmayalım, nasıl?
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” diyerek, bölünmenin, parçalanmanın korkunçluğunu iyi bilen; tek yürek olan milletlerin, bileklerinin asla bükülemeyeceğine dikkat çeken
‘millî bir kahramanımız’ olan sana:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak!” diyemeyecek
bir Türk evlâdı nasıl olabilelim? Bu erdemsizliği yaşayabilecek, yaşatabilecek bir Türk evlâdı nasıl tasavvur edebilelim, nasıl?!.
1921’lerde; o kalemlerin hiç gülmediği, o kelâmların hep ağladığı; o beyazı hiç olmayan, o kapkara günlerde:
“Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın” diyen sen ve senin gibi kahraman nice Mehmetler, yiğit nice Ersoylar; önce Mevlâ’sına sonra milletine güvenerek ‘Ya İstiklâl, Ya Ölüm! parolasını emre dönüştürerek
yedi düvele birden bayrak açan Gazi Mustafa Kemaller olmasaydı;
bugün ‘biz’ olabilir miydik, bugün seni anabilir miydik? Ve senin gibi
‘bir milli şairimiz’
olan sana ‘dilimizin duası, gönlümüzün niyazı’ gibi ezberlediğimiz İstiklâl Marşımızca:
“Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl,
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl” diye
nasıl hitâp edip, nasıl ant içebilirdik?
Sen, milletimizin moral değerlerini hep yüksekte tutan
‘güzide bir hâtip’; sen, milletimizin mânevi değerlerini
hiç çiğnetmeyen ‘seçkin bir edip’sin!..
Sen, 1920’lerdeki Müslüman Türk’ün Kurtuluş Destanı’nı yazan
bir Bilge Kağan; sen, boy boylayıp, soy soylayan bir Dede Korkut; sen, öğütler veren bir mürşit, bir Şeyh Edebâli’sin!..
Sen, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’den feyz alan ve O’nu anlamaya çalışarak ışık tutan, ‘dikkatli bir müfessir’;
sen Yüce Peygamberimizin mübarek sözlerini baş tacı ederek
yol gösteren, ‘ liyâkatli bir muhaddis’sin!..
Sen bir veterinerken de, sen bir mebusken de
çizgisi hiç kırılmayan ‘bir merhamet kaynağı’, ‘bir fazilet erbâbısın!
Sen,’ bir tevâzu timsali’, sen ‘bir vefâ âbidesisin!’
“Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir?” diyen
tevazu timsali sana; nasıl,
Sen, ‘Şairlerin Hası, Şairlerin Sultanı’sın demeyelim?!.
Nasıl:
“Biz seni sadece 12 Mart’larda değil,
Şiirlerin şahı ‘İstiklâl Marşı’mızla,
her şafak doya doya semâda;
Biz seni, sadece 18 Mart’larda değil,
Şiirlerin padişahı ‘Çanakkale Şehitleri’mizle
her akşam duya duya deryada;
Yaşarız, yaşıyoruz, yaşayacağız!” demeyelim?!
Senin gibi, bir karakter sembolü; senin gibi, mümtaz bir şahsiyet için
elbet kalem âciz, kelâm kifâyetsiz…
Senin gibi bir vefâ âbidesini hep örnek alarak,
Ve nihayet Ve yine senden ilham alarak diyoruz ki:
“Yine bir şey yapabildik diyemeyiz hâtırana…”
Öyle ise:
“Ey Ersoylu Ersoy, isteme bizden ne yıl, ne yâr;
Sana -da- âğûşunu açmış duruyor Peygamber”
‘inş’ALLAH!..’
Not:2011 Mehmet Akif Yılı nedeniyle Kümbet Dergisi’nde yayımlanmıştır.