Kategoriler
Makaleler

Kadı-Zâdeliler Sivâsîler Mücadeleleri: ve Abdulâhâd Nûrî

Yusuf Meral

 

Abdulâhâd Nûrî hazretleri’in yaşadığı dönem; XVII. Yüzyıl Osmanlı tarihinde, Sivâsî-Kadı-zâde çekişmelerinin ve mücadelelerinin yaşandığı en önemli ve doruk noktasına çıktığı, ulaştığı dönemdir.

Kadı-zâdeler,medrese’ye (vaizler);Sivâsî‘lerse tekke’ye (Halveti şeyhleri) intisap etmiş olanların taraf oldukları, tartışmaların yaşandığı bir dönemdir. Bir nevi bu tartışmalara şeriat-tarikat çekişmesi olarak da bakılabilinir.(Şeriat:

Tartışmalara neden olan en önemli sebeb; kadı-zâdelerin, sufilerin bazı uygulamalarını sonradan ortaya çıkardıkları ve doğal olarak bunun sonucunda da yaşanılan bütün bu bunalımların, geri kalmışlığın, Müslümanlar arasında yaygın görülen bid’atların olması görüşünü savunmaları ve karşı atağa geçmeleridir. Bunu da ancak’’ bid’atları ortadan kaldırmak ve İslâmı asr-ı saadet’teki şekliyle yaşamak’’ suretiyle olabilecekelerine inanıyor, devlet ricali ve halk üzerinde önemli etkisi olan ‘’Ehl-i tarik’’e karşı cephe almakla (dip not:Kemikli,Bilâl Altıncı Şehir 2.sayı) kaldırabileceklerine inanıyorlardı.

Tartışmayı ilk başlatan, Balıkesirli Kadı-zâde Mehmed Efendi(mutasavvıflar cevap veren ve savunan konumundadırlar.) olmuştur. Bundan sonra gelenler de aynı unvanı kullanmışlardır.

Kadı-zâde Mehmed Efendi ile Abdülmecîd Sivâsî arasında yaşanan fikri tartışmalar; zamanla camii kürsüleri ve padişah meclislerinden sonra sosyal, siyasi ve dini hayata kadar yayılmıştır. Olaylara sebeb olan en önemli sebeb, Kadı-zâde Mehmet Efendi’nin ‘’Kur’ân-ı Kerîm ve peygamber efendimizin sünnetleri‘’ dışındaki bütün uygulamalara şiddetle karşı çıkması ve bu düşüncelerini de devletin bütün kurumlarına yaymış olmalarıdır.(1)

Bu düşünce ve fikir hareketine karşı çıkan ilk büyük zat ise; Abdülmecîd Sivâsî hazretleri olmuştur.(Zile’de medfun büyük velilerden Muharrem-Muallim Dede-Efendi’nin oğludur.)Bundan dolayıdır ki, Osmanlı kültür tarihi içinde Abdülmecîd Sivâsî ve takipçileri ile Kadı-zâde ve takipçilerinin tartışmalara neden olduğu bu döneme tarihimizde ‘’Sivâsî-Kadı-zâde mücadeleleri ‘’ denmektedir. Kadızâdeliler ile Sivâsîler arasındaki ilk tartışma, Kadızâde Mehmed Efendi ismindeki bir vaizin, İmam Bilgivî’nin fikirlerinden yararlanarak mutasavvıflar aleyhine vaazlar vermesiyle başlamıştır. Aslında İmam Bilgivî’nin Kadı-zâdelerle bir alakası yoktur. Kadı-zâde Mehmet Efendi, Şemseddin Sivâsî’den sonra yerine Halveti şeyhi olan Abdülmecid Sivâsî (ö. 1639)’nin yazmış olduğu eserlerdeki fikirleri eleştirerektartışmayı başlatmıştır. Bu eleştiriler, fikrî olmaktan ziyade, hakaret içerensaldırılardır. (2)

1-) Keskin ,Doç.Dr.Hasan Osmanlılar döneminde Sivas Sem.Bil. c.2 sh.188)

2- Yrd.Doç.Dr.Yüksel GÖZTEPE- Osmanlılar döneminde Sivas Sem.Bil Osmanlı’da Bir Fikri Mücadele Sh.83)

Bu dönemin önde gelen şahısları ve rakipleri ise;

Küçük kadı-zâde Mehmed Efendi (ö.1635) Karşısında Abdülmecîd Sivâsî (ö.1639)

Üstünvânî Mehmed Efendi (ö.1661) karşısında Abdulâhâd Nûrî Hazretleri (ö.1651)

Vâni Mehmed Efendi (ö.1685) karşısında ise;Niyâzî-i Mısr-i’dir. (ölümü 1694)

Abdulâhâd Nûrî hazretlerinin eserlerinin hemen hemen hepsinde genel olarak XVII.y.y.da devleti,saltanatı ve halkı etkileyen ve Kadı-zâdeler-Sivâsîler tartışması olarak bilinen bu alanda yapılan ilmi,dini,bilimsel tartışmalar, esas teşkil etmektedir. Özellikle Abdulâhâd Nurî hazretleri’nin tartışmalar esnasında kullandığı kaynaklar ve referans gösterdiği âlimler asla azımsanamayacak bir ilmî seviyeye dikkatlerimizi çekmektedir. İstanbul ulemâsına rağmen bu konuların tartışılmasında ön plana çıkabilmek özgüven yanında Sivâsîlerin belli bir saygınlık ve güvenilirliklerinin bulunduğunu da göstermektedir (3)

Abdulâhâd Nûrî hazretleri, Sivâsî kolunun başkanı olarak bu tartışmalarda önemli bir taraftır. Tartışma konuları, dört ana kategoride toplanabilir. Bunlar;

1-Kelâmla ilgili konular

2-Fıkıhla ilgili konular

3-Tasavvufla ilgili konular

4-Toplumsal mevzularla ilgili konulardır.

1. Kelâmla İlgili Konular: Hızır’ın hayatta bulunup bulunmadığı, Hz. Peygamber’in (a.s) anne ve babasının ahirete imanla vefat edip, etmediği; Firavun’un son anda imana ulaşıp ulaşmadığı; İbnü’l-Arabî’nin küfrüne hükmedilip edilemeyeceği; Hz. Hüseyin’in şehâdetine sebeb olan Yezid’e lanet edilip edilemeyeceği gibi konulardır.

2. Fıkıhla İlgili Konular: aklî ilimleri (matematik,felsefe gibi) okumanın caiz olup olmadığı, Kur’ân-ı Kerim, ezan, mevlid-i şerif ve na’t-ı nebevî gibi şeylerin makamla okunup okunamayacağının (tegannî)nin, caiz olup olmadığı Hz. Peygamberin ve sahabenin isimleri geçtiği zaman söylenen ‘’ Sallallâhu aleyhi ve sellem’’salavât (tasliye) ve sahâbeye söylenen ‘’radıyallahu anh’’ demenin tarziyenin câizliği ,uygun olup olamayacağı, kabir ve türbe ziyâretlerinin caiz olup olmadığı, bid‘atler, Regaib,Berat ve kadir gibi mübarek gecelerde cemaatle nafile namaz kılmanın câizliği (kılınıp-kılınmayacağı).

Ayrıca, “El-emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l- münker”in hangi durumlarda vacip olduğu,Denizlerde avlanan hayvanların etlerinin yenilip yenilemeyeceği gibi konulardır.

3. Tasavvufla İlgili Konular: Sûfîlerin semâ, deverânının caiz olup olmadığı mûsiki ve zikirle ilgili olanları, cehrî zikrin hükmü, türbe ziyaretlerinin, şeyhlere gösterilen saygının ve onların ellerinin öpülmesinin caiz olup olmaması gibi hususlar, tartışma konusu yapılan tasavvufî konular arasındadır.

(3)-Kahraman, Prof.Dr. Abdullah Cum.Üni.İlâhiyat Fak. Öğretim görevlisi-İlim ve kültür tarihinde sivasiler sh.376)

4. Toplumsal (içtimâî) Mevzularla İlgili Konular:Kahve, tütün, sigara, afyon, şurup vb. keyif verici maddelerin haram olup olmadığı ,belli bir makamdaki kişinin bazı hallerde hediye ya da rüşvet almasının, caiz olup olmadığı, büyüklere ayağa kalkmanın, selam verirken eğilme ve onların el, ayak ve eteklerinin öpülmesinin caiz

olup olmadığı,tokalaşır ya da selamlaşırken eğilmenin caiz olup olmayacağı ,namaz sonrası musâfahanın,inhinanın (el,etek öpme) câiz olup olmadığı gibi konular

tartışma konuları olmuştur.

Kadı-zâde Mehmed efendi; Hızır’ın hayatta olmadığını,Peygamber Efendimizin anne ve babası ile İbnü’l Arabî’nin kafir olduğunu, Firavunun imanının geçersiz olduğunu, devrin önemli tarikatları olan Halveti ve Mevlevîler için ‘’tahta tepenler,düdük çalanlar’’ diye aşağılayıp; sema ve devran, akli ilimlerin tahsili,ezan mevlîd ve kur’ân’ın makamla okunması,tasliye ve tarziye,türbe ve kabir ziyareti,cemaatle nafile namaz kılınması,tütün ve kahve içilmesi,musâfaha ve inhina(el etek öpme,selâm verirken eğilme) konularında olumsuz tavırlar sergilemiş,bunların tamamını haram ve bid’at saymıştır.’’Her sonradan şey bid’at’tır’’ görüşünü savunan Kadı-zâde Mehmed efendi ve takipçileri;peygamber efendimiz zamanında olmayıp da, sahabeler ve tabiin dönemlerinde yapılan ve de ‘’Bid’at-ı Hasene’’ denilen uygulamaları görmezlikten gelmişlerdir. Buna mukabil Şeyh Abdülmecîd Sivâsî hazretleri ise;Müsbet ilimler tahsil edilir.Hızır hayattadır.Ezan ve mevlîd’in güzel sesle ve makamla okunması caizdir.Devrân ve semâ caizdir.Hz.Peygambere (s.a.v) ve ashabına gereken saygının gösterilmesi gerekir. Kabir ziyareti yapmak ve mussâfaha ve inhina caizdir.görüşlerine geniş yer verir ve bunları savunur.

Şimdi Abdülâhâd Nûrî Hazretleri’nin tartışmadaki yerini ve tartışma konularıyla ilgili fikirlerini görelim.

‘’Kaynağı itibâriyle Kur’ân ve sünnet referanslı bir ilim dalı olan tasavvuf, insana bütün mahlukâtıyla âlemin kendi emrine verildiği “halîfe” sıfâtına hâiz, eşref-i mahlûkât olabilme gaye ve imkânını sunar.’’

Bir tasavvuf ehli olan hazret bu konuda; Kadızâdelilerin yaptığı gibi meydanlara çıkarak insanları dışlayıcı, ilmî olmaktan uzak konuşmalar yapmaktan ziyade, uzlaştırıcı olmayı ve yukarıda bahsedilen konular üzerine , dostlarına eserler yazmalarını tavsiye etmiş, aynı zamanda kendisi de fikirlerini bu yolla ifâde etme yolunu seçmiştir.. Bu tartışmalarla ilgili en fazla eser kaleme alan kişi de Abdülâhâd Nûrî Hazretleri olmuştur.

Abdülâhâd Nûrî hazretleri’nin Kadı-zâdeliler hakkında ön plana çıkan düşüncesi ‘’ onların, herşeyin en iyisini yaptıkları’’ zannında olduklarını söylemesidir. Bu yönlerinden dolayı onlara “zamanımızın âciz evlatları” der ve onların insaftan uzak mütecâviz tavırlarından dolayı El-‘Adlü ve’l-İksât beyne’t-Tefrîti ve’l-İfrât isimli eserini kaleme alır. Bu eserde, “ifrat ve tefritin vartalarından sakındıracak orta yolu açıklamak bize vâcip oldu” der. Abdulâhâd Nûrî Hazretleri, “Allah bizi fazlı ile “ümmeten vüsta” ve her zaman bütün işlerde ihsan üzere olmayı ve iktisâdlı davranmayı emretti.” der. Kısaca diyebiliriz ki; Hazret’in, Kadızâdelilere karşı takındığı tavır, orta yolu takip etmek olmuştur.

Abdülâhâd Nûrî hazretleri yazdığı şiirlerde de Kadızâdeliler hakkındaki düşüncelerini ortaya koymuştur. Aşağıdaki beyitte, Kadızâdelileri hakîkati göremeyen kişiler olarak kabul eder ve onların nezdinde bütün insanlara meşâyihin aydınlattığı yolu görmeyi tavsiye eder:

‘’Körler ile haşr ola kim görmeye Hakk’ı

Pür itmiş iken ‘âlemi âsâr-ı meşâyih.’’

Neticede Abdülâhâd Nûrî Hazretleri, Kadızâdelileri nefsini öven, olmadığı halde kendilerini hâmisi ve hizmetkârı gibi görmelerine rağmen, dinin detaylarını bilmeyen ve kendine tabi olanları yoldan çıkaran, kesin ahkâmı göremeyen, taassup ehli ve

nasîhattan anlamaz ancak kendilerine velî süsü veren kişiler olarak tanıtır ve onların şerrinden Allah’a sığınır.

Abdulâhâd Nûrî hazretlerinin tartışma konularıyla ilgili görüşleri ise şöyledir:

İlimler arasında bir ayırım yapmaksızın, Allah rızası için olduğu takdirde bütün ilimlerin tahsilinin câiz ve gerekli olduğu kanaatindedir. Aklî ilimler bundan hâlî olamayacağı gibi, Kadı-zâdelilerin karşısında oldukları ilm-i tasavvufun tahsîlinin de, bu ilimler arasında olması gerekliliğine dikkat çeker.(4).

Abdulâhâd Nûrî, devrâna karşı olan Kadızâdelilerin eleştirilerine

Risale fi cevâzi devrâni’s-Sufiyye isimli eseriyle cevap verdiği gibi,aşağıdaki şiirle de cevap vermiştir:

Su’âl-i Tâlibân

Ey mürşid-i halk-ı cihan

Müşkilimiz eyle beyân

Matlubumuz budur hemân

Göster bize râh-ı sevâb

Zikreylemek devrân ile

Tevhîd idüp i’lân ile

Lâ-yüsemmâ elhân ile

Caiz midür ver gel cevâb

İstanbul’ın vâ’izleri

Sarf babının âlimleri

Devrân ile zâkirleri

Teşni’ iderler nâ-sevâb

Cevâb-ı Abdulâhâd Nûrî Hazretleri

Aşk-ı ilâhîden duyan

Zikrinde bir halet bulan

Devrân ile hayran olan

Âşıklara yokdur hesap

Fetva virenler gördiler

Tahrîme nâs bulmadılar

Ehline caiz didiler

Ey isteyen şâfi cevâb

Beş altı yüz yıldan beri

İtmiş meşâyih pirleri

Bulmuş delilin her biri

Yazmışlar anda çok cevâb

4-Baz, Dr.İbrahim-Abdulahad Nûrî Sivâsî hayatı,eserleri ve Görüşleri: sh.50-55)

Bu yolda ehl-i i’tizâl

Evvel gelüp itmiş cidal

Anların yolun tutan rical

Bulmadılar râh-ı sevâb

Fâkılara tağlîz içün

Evvel semti tutdı müftii çün

Ayb olmıya anın içün

Kim oldur ehl-i ihtisâb

Mahsûs olanları koyan

Râh-ı ta’assubda olan

Nefsî hevâsına uyan

Cahillere vardır ikâb

Bizi bunda gör kim neyleri

Ne ît diyü emir eyleriz

Ne îtmiye deyü söyleriz

İnsâf-ı ensâbdır bu bâb

Tafsîlini istersen eğer

Nûrî’ye gel sen al haber

Akvâl-ı cem’ı îtmiş ol er

Vallahu âlem bi’s-sevâb

Tartışmalar camiilerde, sosyal ortamlarda yapılırken, zamanla padişah meclislerine kadar taşınmıştır. Başlangıçta fikri boyutta olan bu tartışmalar daha sonraları toplumu karşı karşıya getirip germiş; özellikle üstünvâni Mehmed Efendi zamanında hoşgörü ortamınında zamanla ortadan kalkmasıyla Kadızâdeler,sadece Mevlevileri,Halvetileri,diğer tarikatlara bağlı olan dervişleri bırakın,bunların tekkelerine giden halkı da suçlamışlar daha da ileri giderek küfür etmede bile geri kalmamışlardır. tekkeleri basmaya,bazılarını yıkmaya, fiili çatışmalara gitmeye, sokaklarda yakaladıkları derviş ve şeyhlere tecdid-i iman teklifinde bulunmaya ( Tecdid-i iman:Îmân esaslarının yenilenmesi, tazelenmesi ve tekrar eski haline dönüştürülmesi demektir. Şüphesiz ki îmânın tazelenmesinden öncelikli olarak anlaşılması gereken, dinden çıkan bir kişinin yeniden mümin olmasıdır. Zira çeşitli sebeplerle îmânın izalesine sebep olacak bir teşebbüste bulunan kimse, pişmanlık anında tekrar îmân ederek Müslüman olur. Ayrıca kelime-i tevhidi sık sık getirmek ve mevcut îmânına süreklilik kazandırmak amacıyla zaman zaman tecdid-i îmân yapılması Müslümanlar arasında teamül haline gelmiştir. Hz. Peygamberin “îmânlarınızı yenileyiniz” sözü üzerine, “nasıl yenileyeceğiz?” diye sorulmuş,

cevaben, “kelime-i tevhidi çokça söyleyerek yenileyiniz.” buyurmuştur (Ahmed ibn Hanbel, 2/359). (F.K.) kabül etmeyenleri öldürmeye kadar gitmişlerdir.

Bozulan devlet otoritesini yeniden tesis etmak için 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşa sadrazamlık makamına atanır. Köprülü,bozulan devlet otoritesini yeniden tesis etmeye çalışırken, IV.Murad döneminden itibaren İstanbul’da büyük bir güç haline gelen kadızâdeliler,O’nun sadrazamlığının sekizinci günü, 2 ekim 1656 da aleyhtarlarını sindirmek ve devlet yönetiminde söz sahibi olmak için harekete geçtiler. Kadızâdeliler ‘’ İstanbul’daki bütün tekkeleri yıkıp,buraların şeyh ve dervişlerine imanlarını tazelemelerini teklif etmek ve kabül etmeyenlerini öldürmek; padişahın huzuruna çıkarak peygamberden sonra ortaya çıkmış dindeki bütün yeni uygulamaların kaldırılmasını istemek ; padişahların ve ailelerinin (selatin camileri) yaptırdığı minarelerinin biri dışındakileri yıkmak’’ istiyorlardı.

Kadızâdelİler bu isteklerini yerine getirmek için silahlanıp, halkı yanlarına davet ettiler.Sadrazamın, onları bu hareketten vaz geçmeleri yönündeki uyarılarına kulak asmadılar.İsteklerinin yerine gelmesinde direttiler.Bunun üzerine Köprülü Mehmed Paşa,Kadızâdelilerin isteklerini reddetti. Kadızâdelilerin mallarına el koyup,hareketin liderleri olan Üstünvâni Mehmed Efendi,Türk Ahmed ve Divane Mustafa’yı tutuklatarak Kıbrıs’a sürdü.(5)

Tarihe bir dönem adını veren Sivâsî-Kadızade çekişmesinde SİVÂSÎLER’in bir kez daha ne kadar güçlü oldukları ortaya çıkmış oldu.

5- Afyoncu ,Dr.Erhan -15.102006 tarihli sabah gazatesindeki makalesinden)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir