Su Akışlı Naatlarla YAĞMUR’a Kavuşsa GÖZYAŞI’m
Semra Meral
1. Bölüm
Şiirin, o sihirli tılsımında; sözün, o mukaddes muştusunda, kâh ruhuma kanat takıp, bulutlara uçuyor; kâh ummanları kulaçlıyor, deryalara dalıyordum.
Mekân, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi. ‘’Kültür Ocağı Etkinlikleri’’ çerçevesindecuma akşamları gerçekleştirilen şuara şöleninde, şiir ziyafetindeyiz. Âdeta bir aile meclisine dönüşmüş bu kutlu ocakta ,aile dostumuz İl Kültür ve Turizm Derneği Başkanı ve Erciyes Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alim Gerçel’in nicedir davetine, henüz ikinci defa katılmanın onurunu; geç kalmışlığımızın hayıflanmasıyla birlikte yaşıyoruz…
Mısralar bazen ‘ imbikten geçmiş damlalar’ gibi süyüm süyüm akıyor , bazençisilçisil yağıyor ruhuma…Kürsüde Bekir Oğuzbaşaran var. Hemen fark edilen insan sevgisiyle,
‘ilmik ilmik’ dokuduğu mısralarından bir demet sunan şair; Kutlu Doğum Haftası nedeniyle, Berceste Dergisi’nin önümüzdeki sayısının, ‘Peygamber Efendimiz İçin Özel Bir Sayı’ ile okurlarının karşısına çıkacağını duyuruyor…
Dalıp gittim…
Deryalara daldım yine ; çook uzaklara gittim yine , çoook uzaklara… Erişemeyeceğim, gidemeyeceğim,
varamayacağım kadar uzaklara… Gitmek, ermek, koşmak, kulaçlamak istediğim ; ama gidemeyeceğimi,
eremeyeceğimi ,varamayacağımı sandığım kadar uzaklara…
Bir ummandaydım… Engin, sonsuz, berrak , uçsuzz.. bucaksız bir ummanda ; ama yüzemiyordum!
Bir deryadaydım; daldıkça dalmak istiyor ama çıkamıyordum… Sonra kulaçlıyor, kulaçlıyor;
korkuyor, bocalıyor, boğuluyor sanıyordum kendimi… İçimde karlar esiyor, dolular savruluyor,
çığlar kopuyordu.. Boşanıyordum ırmaklara sağanak sağanak ; Irmaklar çağlıyor, okyanuslar çoğalıyor ;
ben bocalıyor, yüreğim daralıyor; bunalıyorr…..bunalıyordum.
Sonra kenarda kanat çırpan martıların kanatlarına takılarak çıkınca kayalıklara, başladım ağlamaya…
Ağlıyordum ’deprem’ gibi sarsıla sarsıla…
Ağlıyordum ’volkan’ gibi savrula savrula…
Sarsıla sarsıla, savrula savrula ağlıyordum…
Dediği gibi genç edibenin;
“Kalbimin üzerine çöken iki kara bulut, gönlümün göğünü karartınca irkildim.
Aldığım her nefes karanlığım olup,beni kuşatınca sarsıldım.İrkilmek ve sarsılmak arasında oldu uyanışım…”(1)
Evet,
Ağlıyordum, bir ’çığ’ gibi koparcasına , katıla katıla…
Ağlıyordum, bir ‘feryat’ gibi çığlıkçasına , haykıra haykıra…
Ağlıyordum,bir ’Kerem’ gibi yanarcasına, kavrula kavrula…
Ağlıyordum,bir ’Mecnun’ gibi çılgıncasına ,bağıra bağıra…..
Ağlıyordum, bir ’Ferhat’ gibi çağlarcasına , hıçkıra hıçkıra…
Sonra…
Sonra sessiz çığlıklara döndü hıçkırıklarım. Hıçkrıyor, hıçkırıyor yüreğimi dağlıyordum.
Şimdi, sessiz çığlıklarımla kızgın bir ağustos sıcağındaki harman yeri gibi kavruluyor,
kavruluyordum…
İçimde rüzgârlar savruluyor, fırtınalar kopuyor ,volkanlar patlıyordu…Sökün ederken
çıkmazlarım, arz-ı endam ediyordu girdaplarım…Uzayıp giden yollar gibi gibi uzayıp gidiyordu
korkularım…
Yol kenarındaki göklere doğru uzayıp giden o yeşil yeşil kavakları görmüyor da hâlâ
” Anlatacaklarım zor, bana göre çok zor!” diyordum…
Evet evet…zorluğu aczimizden ; zorluğu ağır, çok ağır bir konuya cılız kalmamızdandı!
O hiç sönmeyen Güneş’in karşısında, pek sönük kalmamızdan; O,sonsuz Nur’un karşısında,
pek donuk durmamızdandı!
“Ne oldu, ey bulut gölgelediğin başlar?..
Hatıranda mı, ey yol, bir aziz yolcuyla aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar.
Uçsuz bucaksız çöllerde, yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir. Şu Tekbîr getiren mağara,
Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir…” (2)
Oysa korku varsa, umut da vardı!..Dememiş miydi ol Muhammed ül Emin ,
dostu Ebubekir-i Sıddık’a ” Korkma, Allah(c.c.) bizimledir… ” diye ve O’ndan
esinlenerek de, Âkilimiz, Âkifimiz ; ’istiklâl mührümüz’ olan İstiklâl Marşı’mızda bize..
Bunu bilmeme ve inanmama rağmen ben hâlâ :
“Ben mi, âlemlere rahmet olarak gönderilen O, Yüceler Yücesi’ni anlatacaktım?.. Ben!..
Şu bir zerre! Şu ‘koca küre’deki ’ bir zerre’ olan ben!.. ‘Zerre!..Zerre!..”diyordum…
‘Şu koca kürede bir zerre olan ben!..’ diyor ; küçülüyor, ufalıyor; üzülüyor…üzülüyor…
ağlıyordum?!..
Bir ‘zerre’ gibi,ezile ezile ağlıyordum…
Bir ‘aciz’ gibi,sızlaya sızlaya ağlıyordum…
Ezile ezile, sızlaya sızlaya ağlıyordum..
Bir garip gibi, için için ağlıyordum…
Bir mahçup gibi, çekine çekine ağlıyordum…
Bir ürkek gibi, korka korka ağlıyordum…
Bir öksüz gibi, sessiz sessiz ağlıyordum…
Boyun büküp, büzülmüşken ben köşeme; ben susmuş, ben susamıştım…Ama
yokuştaydım da , umutla tırmandığım..Hem de zorluyordum yokuşu şu dar kalıbımla!..
Ben susarken yokuşlarda; su iniyordu yokuşlardan basamak basamak!
Boşanıyordu aşağıya sağnaksağnak!
Baktım, ’Üstad’ da orada ; O da yokuştaydı, O da zorluyordu yokuşu; ‘O’ da!..
‘Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için,
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?’ (3)
diye haykırıyor, ardından:
‘Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!’ (4)
diye kulağıma fısıldayıp, sırra kadem basıyordu…………..
“Son Peygamberim, kılavuzum, sana muhtacım! “diye yalvarıyor;
“Habibi olduğun Allah aşkına
Tut elinden, yol göster bu şaşkına.” (5)
diye feryad u figân eyliyor; kâinatın yüzü gözü hürmetine yaratılanından yardım istiyor;
Kâinatın Efendisi’nden şefaat diliyordum.‘…..
“İsyanımla, günahımla, suçumla,
Ümmetinin arasında say beni;
Ya Muhammed, ya Muhammed duy beni!…’ (6)
diyen şair gibi çırpınıyor,çırpınıyor ; el açıyor, yalvarıyordum…
İçim acıyor, yüreğim yanıyordu ; yüreği yanan edibe gibi …
“- Ey örttüğü zaman gecenin, açılıp parladığı zaman gündüzün Rabbi!..Neolur,bilmediğim bilgilerin kapısını aç bana!İçimde dönüp duran soruların sahibi ol!” (7 ) diye niyaz etsem de, yine savruluyor, yine kavruluyordum….Çatlamış topraklar gibiydim. Tek başına kalmış,
sanki bir çöldeydim…(devam edecek)
—————————————————————————-
(1) (7) Allah’ın Sırdaşı : Eda Bildek
(2) Seccaden Kumlardı : Arif Nihat Asya
(3) (4) Sakarya Türküsü: Necip Fazıl Kısakürek
(5) (6) Duy Beni : Sadettin Kaplan
Bu makale TEFEKKÜR dergisinden alınmıştır.