Kategoriler
Şairler

Fazıl Ahmet BAHADIR

29

1958 senesinde Kayseri ilinin Pınarbaşı ilçesinde  doğdu. İlkokul ve lise tahsilini Pınarbaşı’nda tamamladı. Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Ardahan ve Sapanca’da öğretmen olarak görev yaptı.

Halen Hacılar Baki-Ayşe Simitçioğlu Anadolu Lisesi’nde görev yapmaktadır.

Şair, Türkiye Yazarlar Birliği ve Polatlı Belediyesi’nin Sakarya Savaşı’nın yıldönümü Kutlamaları çerçevesinde ortaklaşa düzenlemiş oldukları “Sakarya Savaşı Hatırat Yarışması”’nda “Liseli Şehitler Destanı” adlı eseri ile 13 Eylül 2005 tarihinde birincilik ödülü almıştı.

Şiirlerinin bir bölümünü “Yeniden Kuva-yı Milliye” adını verdiği bir kitapta toplamıştır.

Şairin şiirleri; Kayseri Türk Ocağı Gazetesi, Türk Edebiyatı, Orkun, Kardaşlık, Altınköprü, Türkmen Bohçası, Erciyes, Gültepe, Berceste, Müdafa-i Hukuk dergilerinde yayımlanmaktadır

 LİSELİ ŞEHİTLER DESTANI
KAYSERİ LİSESİ 1920-1921 ÖĞRETİM YILINDA MEZUN VEREMEDİ. SON SINIF ÖĞRENCİLERİ ; MUSTAFA OĞLU İSMAİL, OSMAN OĞLU AHMET, ŞÜKRÜ OĞLU SEYİT AHMET, AHMET OĞLU MUSTAFA, NUMAN OĞLU MEHMET, HACI AHMET OĞLU MUSTAFA, H. MEHMET OĞLU HALİL, NUH OĞLU CEMAL, EMİN OĞLU H. MEHMET, DERVİŞ OĞLU AHMET SAKARYA SAVAŞI İÇİN CEPHEYE GİDİP ŞEHİT OLDULAR .
ONLARIN AZİZ HATIRALARINA …

Selâlar verildi minârelerden,
Meydanlara al bayraklar asıldı,
Taş döşeli avlusunda mektebin,
Kitaba, silaha eller basıldı.
Dualar edildi,
Helâlleşildi.
Bir daha bir daha vedalaşıldı.
Yılanlı dağa,
Hasan dağına,
Dağların hasına Ali dağına,
En son Erciyes’in ak doruğuna,
Dünya gözü ile bakıp,
Gittiler …
Artlarında gözü yaşlı türküler …
Kölesi olduğum
Efendi ağa !
Kayseri nere?
Nere Sakarya.

Sakarya,
Soyumun kader çizgisi .
Tarihin yeniden yazıldığı yer.
Baş eğmemek için,
Nice canların,
Azrail’le bile
Dövüştüğü yer.
Vatan diyebilmek için
Tekrar vatana,
İmanın imkânla
Boğuştuğu yer.
Tuttuğu mevzide,
Tırnakla, dişle
Her karışı için
Etin, kemiğin
Demirle, çelikle
Ölçüştüğü yer.
Kanla karışarak
Kara toprağın,
Hilkât çamuruna
Dönüştüğü yer.
Aklın durup,
Dilin tutulduğu an,
Sakarya,
Yüreğin konuştuğu yer.

Havada barut kokusu,
Toprakta kan.
Ağustostan eylüle doğru zaman
Ölüm kokuyordu.
Yorgundu,
Sakarya ufkunda akşam
Parmaklar yorgundu,
Tetikler yorgun.
Sıcak namlularında
Topların , tüfeklerin,
Gülleler ,mermiler dinleniyordu.
Biri türkü söylüyordu siperde.
Gesi Bağları’nda dolanıyordu.
Usuldan usuldan
Ses perde perde
Bir top gül soluyordu.
Derviş oğlu Ahmet’in
Alnından vurulup düştüğü yerde.

Edebalı Dergahı’nda meşveret.
Giren çıkan ruhların
Cümlesinde telaş var.
İmbiklerden hüzün damlar zamana.
Ertuğrul’a kurşun,
Osman’a tekme,
Atan hesabını verir elbette,
Açıktı önünde sırlar perdesi.
Seyretti dergâhta olan biteni.
İrice bir taşa vermiş sırtını,
Oturur gibiydi yer minderinde.
Ana elinden şefkatli,
Baba elinden merhametli,
Bir başka el
Okşuyordu saçlarını
Osman oğlu Ahmet’in.
Henüz soğumamıştı bedeni,
Kanı ılık ılık akıyordu.
Gülümsedi ;
Ölüm zannedilen ölümsüzlüğe,
Yarı açık gözleri,
Üç beş adım ötede
Duran koluna bakıyordu.

Mangal gibi yüreği,
Mangal dağına yanıyordu.
Saklamıyordu göz yaşlarını
Nuh oğlu Cemal,
Hıçkıra hıçkıra yalvarıyordu ;
“Geri almadan Türbe tepeyi
Yarabbi ! alma canımı ”diyordu.
Koşarken kuş hafifliğinde
Yokuş yukarı.
Ölümden yana yoktu tasası.
Öbür yüzünü tepenin
Görememekten korkuyordu.
Al renkli güller açtı göğsünde.
Kaldırdı başını
Göğe sitemle.
Al bayrağı gördü,
Türbe tepenin tepesinde.
Sonra,
Altlarından ırmaklar akan köşkleri …

Siperdeydiler sabaha karşı,
Uyku ile uyanıklık arası.
Aynı rüyayı gördüler.
Erişilmez bir mesafede
Açmış kucağını,
Gülümsüyordu yüzlerine
Mustafalar’ın en güzeli .
Beraber fırladılar siperden,
O’na doğru.
Beraber yediler kurşunu.
Beraber düştüler toprağa.
Ahmet oğlu Mustafa’yla.
Hacı Ahmet’in Mustafa.
Gülümsüyordu yüzlerine
Mustafalar’ın en güzeli,
Doğrulup uzanabilseler
Ellerine değecekti elleri.

Canlı kalan tek neferdi mevzide.
Son mermiyi öptü,
Sürdü namluya,
Besmeleyle uğurladı hedefe.
Tanrı şahit,
Bitmeseydi mermisi,
Boşalmazdı mevzisi.
Usul usul çekilirken geriye
Gövdeler gördü.
Kolsuz , bacaksız,
Kimisi inliyor,
Kimisi cansız,
Kan içinde yatanlardan utandı.
Bir can için değer miydi ?
Dipçik vardı,
Süngü vardı,
Davrandı.
Ölümsüzlük için,
Ölüme doğru.
O ne müthiş hücumdu.
Muhteşemdi doğrusu,
Mehmet oğlu Halil’in
Tek kişilik ordusu.

Erkilet’te,
Güzellerin bağ bozumu zamanı.
Çal dağında,
Kopuyordu kıyamet.
Kulağı Polatlı’da Ankara,
Tutmuş nefesini
Top seslerini dinliyordu,
Bozkır sessizliğinde.
İki yürek verdi omuz omuza
Erciyes dağının çatalı gibi.
Sonra çığ oldular,
Kaya oldular,
Koparcasına doruklardan,
Öyle uçtular ki
Düşman üstüne.
Biri Numan oğlu,
Diğeri Emin
Ne dirisine,
Ne ölüsüne
Rastlayan olmadı
İki Mehmet’in.

“ Bir geçerse” diyordu,
Mustafa oğlu İsmail.
Bir geçerse,
Sakarya’yı bu Yunan,
Ankara’nın, Kayseri’nin
Vay haline !
O zaman…
Her yumuşunda gözünü,
Hunat’ı ,Camiî Kebir’i,
Hacıkılıç’ı görüyordu.
Ve nice ezansız minareleri …
Hücum emriyle beraber
Can havliyle fırladı,
Yaralı bir kurt gibi siperden .
Önce bir sızı göğsünde,
Sonra tanımadığı bir sıcaklık.
Her şey karanlığa dönmeden önce,
Anası göründü gözüne.
Gülümsüyordu,
Başka analarla beraber.
Hunat’tan , Camiî Kebirden
Ezanlar okunuyordu.
Gürül gürüldü minareler.

Ne bir adım geri,
Ne de ileri.
Saatler ay gibi
Yıl gibi uzun.
Bir de tepesinde eylül güneşi.
Şükrü oğlu Seyit Ahmet
Bunalmıştı sıcaktan.
Şimdi Erciyes’in eteklerinde
Esen rüzgarlara verip bağrını,
Kar suyunu bakır tastan
Yudumlamak vardıya …
Değerdi doğrusu
Dünya malına.
Bozdu sessizliği şakırtıları,
Gölgeledi güneşi
Süngü ışıltıları.
Hey ağzını yediğim
Süngülerin süngüsü,
Bu gün beklenen gündü,
Beklenen saat bu saat.
Kan renkli bir heykele benziyordu.
Dudaklarında bakır tasın serinliği,
Kaçan Yunan’ı seyrediyordu öylece.
Sakarya kıyısına düşmeden önce.

Kanla yıkana yıkana
Temizlendi
Sakarya’nın doğusu.
Onlar ;
Geri dönmeyi düşünmeyenler.
Onlar,
On binler,
Yüz binler.
Bu topraklar için
Can veren erler.
Sanılmasın,
Belirsiz mezarlarda kaldılar.
Hür ufuklardan vatanın,
Hem gece
Hem gündüzüne,
Doğacak aylara yıldızoldular.

ANITSIZ ŞEHİTLER
1918 Bakü Harekâtında şehit düşen 1130 Mehmetçik kendileri için Şehitler Hıyabanı yanında yapılan Türk Şehitliği anıtında sonsuzluğu yaşarlar. 1915 Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen 1200 den fazla Azerbaycan Türkü Gelibolu’da şanlarına yakışır bir anıtı daha ne kadar bekleyecekler?

Kıyamet koparken Çanakkale’de
Onlar çok uzaktaydılar.
Kutsal çağrıyı duyup
“Tanrı buyruğudur” dediler.
Bırakıp evlerini, ocaklarını
Dağdan, denizden yol bulup
Cihat için geldiler.
Kardeşleriyle omuz omuza
Tarihe şan olsun diye
Ölümüne dövüştüler.
O  can pazarında
Canları Azerbaycan’ın
Canlarını verdiler,
Türklüğe can olsun diye.

Onların ardından
Destanlar, kasideler
Ne söylesek,
Ne yazsak az.
Yaradan’ın katında
Kabul görse bu niyaz.
Her senede bir gece
Hazar’a benzese boğaz.
Kafkaslar’dan esen yeller,
Ezgiler getirse inceden
Bakü’den, Karabağ’dan, Gence’den.
Akordeon sesine
Ritim verirken davul
Türk oğlu Türk Koyu’nda,*
Şafak vakti bir lahza
Hazarca çalkansa su.
Bir el ta yürekten vursa tellere
Gelibolu tar sesiyle inlese.
Bir bir doğrulup yattığı yerden
Azerbaycan balaları
Yâr sesini dinlese.

Onlar anıtsız şehitler
Düşman adına bile
Anıt dikilen yerde
Koyun koyuna kardeşleriyle
Öz yurtlarını beklerler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir