Kategoriler
Makaleler

Soy İsmiyle Müsemma Bir ÖMÜR ve Seyfettin ÖMER…

Soy İsmiyle Müsemma   Bir ÖMÜR ve Seyfettin ÖMER…

                                                                            Semra MERAL

18semra

Taşıdığı ismin hususiyeti ile ters düşmemeyi şiar; soy ismiyle müsemma bir ömür sürmeyi düstur edinmiş ‘bir yazar, bir münevver’ dir bizim Seyfettin Ömer…
Cahit Sıtkı’nın  ‘ortası’ dediği (35+1) otuz altı  yıllık  kısacık ömrüne,  yüz kırk şah-eser inşa eden; bir baş usta, bir ser-mimardır bizim  Seyfettin  Ömer…
Sıradan olmayan disiplinli ve ilkeli şahsiyetiyle bir önder; bizzat Balkan Savaşlarına katılarak düşmanı rüyasında değil, topun namlusunda gören onurlu  bir  askerdir -babası gibi- bizim Seyfettin Ömer.

Kategoriler
Makaleler

ALLAH’a Ismarladık Dostlarım, ALLAH’a Ismarladık!…

ALLAH’a  Ismarladık Dostlarım, ALLAH’a Ismarladık!…

Semra Meral

18

 

Şükürler olsun; en güzelrayihalar içinde, en özelhalet-i ruhiye içindeyim yine…

Şükürler olsun; oenmüstesna huşu ile kuşatılmış, o enmümtazmânâ iklimindeyim yine…
Şükürler olsun, göklerden inen Ay’ın, 30 gün’ünü;
‘30 gül’
niyetine tutanlar arasında, ayaklarım yerden kesilmiş yine…

Kategoriler
Makaleler

Cumhuriyet

                                   BİZ… CUMHURİYETİZ

Semra Meral

18semra

 

 

  Çanakkale’de suya destan yazarak, yedi düvele dersini verip; “Cumhuriyet’in  öÖnsözü”nü okutanlar dedelerimiz, babalarımız, oğullarımızsa; Galiçya’da, Şipka’da, Dimetoka’da; 93 Harbi ve İstiklâl Harbi’nde, yufka ama cesur yürekleriyle, ince ama çelik bilekleriyle “Şerefli  Türk  Tarihi”ni dokuyanlar, nenelerimiz, analarımız, kızlarımız, bacılarımız değil miydi

Kategoriler
Makaleler

ZİLE CAMİİLERİ

Semra Meral-Yusuf Meral

 

 ULU CÂMİ

                        Bu câminin bulunduğu yerde eski bir câmi mevcuttu. Bu câmi Selçuklular’dan IV.
Kılıç Aslan’ın oğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Ebu Ali oğlu Mehmed Zaluli
tarafından H. 666 (1267) tarihinde yaptırılmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına
kadar gelmiştir.

Kategoriler
Makaleler

ZİLE’DE DÜĞÜN ADETLERİ -2-

Semra Meral

DÜĞÜN KARARI

            Oğlan evi düğün için düşündüğü zamanı kız evine bildirir. Kız evi uygun görürse hazırlıklarına hız verir . ”Hazırlıklara başlar.” demiyorum. Çünkü kız anası, daha kızı kundaktayken bile sandığına bir şeyler atmaya başlamıştır, Nişanlandıktan sonra artık durmak yoktur gelin kız ve anneye. Eğer anne meraklı ve marifetliyse, hele kızını da yetiştirmişse, ellerinden kaçan kurtulur ancak. Ağırlıklarında hep el emeği göz nuru olsun isterler. Oyalar, danteller, nakışlar, işlemeler, kanaviçeler arasında koşuştururlar hiç durmadan.

Kategoriler
Makaleler

Zile’ de Düğün Âdetleri-1-

Semra Meral

“Allah’ın emri ve Peygamber’in kavli” ile kız evini çalan oğlan evi, “Ne yapalım Allah yazmış, kader böyleymiş” diyen kız evi, kulağınız bende, gözünüz yazdıklarımda ola…

Kategoriler
Makaleler

1861 yılında ZİLE PANAYIRI

Yusuf Meral

19. yy.’da Anadolu’ya gelen ünlü Fransız Arkeoloji Profesörü, Bilim Adamı Georges PERROT’un “SOUVENİRS D’UN VOYAGE EN ASİA MİNÖR, PARİS 1867” adlı eserinde “Bir zamanlar İslâm Dünyasının bilim ve kültür mer­kezi, üniversiteler şehri; Anadolu’nun Oksford’u Amasya” kısmının içerisinden, ZİLE PANAYIRI ile ilgili bölümleri aşağıya almış bulunuyorum. Nereden……………nereye?.Ben, bir yabancı gözüyle aşağıda anlatılan, dillere destan ZİLE’Mİ geri istiyorum. Gereğini, saygılarımla arz ederim.

1861 YILINDA ZİLE PANAYIRI

Amasya’da oturduğumuz/araştırma yaptığımız günlerde bir kupa arabası kiralayarak Zile’ye beş günlük bir gezi düzenledik. Zile Kasabası daha önce okuduklarımız ve duyduklarımıza göre antik dönemlerde kutsal ayinlerin ve şenliklerin yapıldığı, Sezar’ın Farnak’la bu bölgeyi geri almak için yaptığı savaşta galip gelmesi; Haçlı savaşları sırasında buraya tutunmak isteyen Katolik Latinlerin anılarını, Strabnon’un Hirtıus’un canlı anlatımlarını yerinde görmek istedik. Acaba günümüzde de hala böyle bir canlılığa ticaret ortamına sahip miydi? diye merak ediyorduk. Gezimizi Zile Panayırına denk gelen günlere göre planlamıştık.

 Biz arabamızla panayırın kurulduğu açık alana girdik. Buraya Diyarbakır, Şam, Halep, An­kara, Akdeniz ve Karadeniz kıyı kesimlerinden, Fırat, Dicle kenarlarından sandıklar, balyalar ve denklerle birçok eşya getirilmişti. Bu alanda geçici satış stantları kurulmuştu. Satış ve teşhir yerleri, çeşitli gösteri sahneleri, sağlam canlı coşkulu bir şekilde hazırlanmıştı. Satıcı­lar, çığırtkanlar hızlı, tis, kulak tırmalayıcı düzensiz seslerle sergilerine çekmek istiyorlardı. Su, şurup, şerbet satıcıları, seyyar berberler de diğer gezici satıcılar da bunların arasında dolaşıyordu. Panayırda her türlü malı bulmak mümkündü. İpekli mendiller, Halep işi fes­ler, raflara, tablalara, düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Şam ipeklileri, süslü keten ve ipekli karışık dokumaları, Diyarbakır ve Halep işi mendiller, simli nakışlı sarıklar, Hint kaşmirleri, saçaklı püsküllü, parıltılı, çeşitli renklerdeki baş örtüleri kafiyeler mevcuttu.Tatlı ve hurma satıcıları, size bunları tattırmak için zorla ikram ediyorlar.

Panayırda gördüğümüz çeşitli dokumaları, kumaşları ve tekstil ürünlerini düşünceli kar­şılaştırmalı bir şekilde gözden geçirdik. İpekliler karton kutulara yerleştirilmiş. Sergide bakmak için açtırdığınız bir malı almak zorunda kalıyorsunuz. Aldığınızda size dualar ediliyor. Bir sergide Paris malları satılıyordu. Sahibi buralarda alışılmış bir hareketle beni yanına çağırdı. Hemen dokuma ve kumaşları ve giysileri yaymaya başladı. Panayırda en güzel malın kendisinde olduğunu, bunların eşinin benzerinin bulunmadığını, gayet de ucuz vereceğini söylüyordu. Kışkırtıcı, cazip teklifler yaparak bana mal satmaya çalışıyor ve Paris’ten mal aldığı mağazaların adreslerini veriyordu. Nereden geldiği belli olmayan bu satıcının çok kurnaz, sinsi ve bir üçkâğıtçı olduğunu anlamıştım. Konuşma biraz daha uzun sürerse bana zorla mal satacağını ve aldanacağımı

anladım. Oradan ayrılarak öteki satıcıların yanına gittim.

Zaman zaman buraya gelen Ankaralı ve Kayserili Ermeni satıcılarda uğradığım ilk satıc,

“Gel çorbacı gel! Güzel halılarımız, mendillerimiz var içerde- diyorlardı. Panayır süresince geçici birkaç çı­ğırtkan ve tezgahtar beni görünce talihlerinin ayakla­rına geldiğini, yüzlerine güldüğünü sandılar. Paris’teki büyük bir mağazayı andıran bir Ermeni’nin sergisine götürdüler. İyi yetişmiş tezgâhtartüm malları indiriyor, özelliklerini tektekanlatıyor, bana satışyapmaya çalışı­yordu. Bir şey almayıp mağazadan çıkarken çok üzgün, ümitlerinin kırıldığını gördüm. Ben de üzülmüştüm.

Panayırdaki geçici olarak kurulmuş bu sergi ve dük­kanlarda Zile’nin gerçek ekonomik boyutunu görmek yeterli değildir. Bunu daha araştırıp öğrenmek için de birçok madenî, tarım ve dokumacılık vb. yerel, üreti­min yapıldığı Zile Bedestenini gezmekle mümkündür. Bu bedestenin Osmanlı coğrafyasında güçlü bir eko­nomik ticari yeri vardır. Bedesten uzun sokaklara bö­lünmüş üstü kapalı gayet güzel bir yapıdır. Çeşit, çeşit mal satan dükkanlar, dokuma ve madeni eşya imalat­haneleri bulunur. Dükkanların vitrinleri, tezgahları çok güzel, göz alıcı şekilde düzenlenmiştir. Panayıra gelen tüccarlar, biraz pahalı olmasına rağmen, çok miktarda mal almaktadırlar. Bedestendeki bu satıştan işyeri sa­hipleri oldukça memnundurlar.

Zile’de üretilen gri yünlü kumaşlar, çuhalar çok sağlam ve kalitelidir. Rumeli’deki fabrikalarda üretilen kumaş­larla aynı sağlamlıktadır. Zile kumaşlarının üzeri göz alıcı siyah noktalarla bezenmiş Türklerin, İranlıların, Suriyelilerin beğenisine uygundur. Buranın dokuma­cı esnafının ürettiği pek çok kumaş, mefruşat, çarşaf, perde, havlu, elbise Anadolu ve Suriye’de büyük talep görmektedir. Zile, bugün de çok eski zamanlardan beri ünü bütün Orta Doğu’ya yayılmış, geleneksel doku­maların üretildiği önemli bir merkezdir.

Bedesten’de Ankara’daki gibi gürültü patırdı, kargaşa yaşanmıyor. İsviçre ve İngiltere üretimi alaca basma, ipekli ve çiçekli basmalar,Türkiye’nin henüz bu kısmını istila edememiş ve kullanımı yaygın değil. Bu iki ülke­nin dokumaları burada iyi talep görür. Beğeni toplar. Çünkü buralarda üretilen dokumalardan maliyetleri düşük. Eğer bunlar bir de Türk beğenisine uygun çizgi ve desenler işleseler, kaliteli ve kullanışlı olsalar, taklit olmasalar Suriye, Halep ve Zile çok büyük talep pat­laması yapar. Kaliteli zevkli fakat pahalı Türk üretimi kumaşların yerine bölge halkına sunulacak en güzel armağan olur.

Panayıra geri döndüğümüzde arkadaşım Bay Guillaume’nin yerli çizgili-çubuklu kırmızı dokuma kumaşlar ilgisini çok çekti. Kumaşların dokusu, hoş süsleri, ipekli işlemeleri, çizgili desenleri onu baştan çı­karmış cezb etmişti. Fakat, bir ayrıntı gözünden kaçmış, kumaşların etiketine ve üretim tarihine bakmamıştı. Etiketi görünce hayal kırıklığına uğradı. Kırmızı kuma­şın Lyon’daki bir fabrikada üretilmiş, Fransız malı oldu­ğunu anladı. Etiketine bakmayıp onu otantik orijinal bir doğu malı sanıp satın alsaydı, Fransa’da eşine, dos­tuna armağan olarak götürecek, çok mahçup olacak­tı. Türkiye içindeki süslü, parıltılı bu tür kumaş üreten dokuma atölyelerinde imalat, tezgâhlarda el emeği ile yapılır. Çok düzensiz çalışırlar. Makineli üretime geçilmediği için maliyet yüksektir. Zile’de taştan yapılmış on yıllık bir bedesten/han daha vardı. Burası İstanbul’daki hanlar gibi taş kubbeli ve tonozlu olmayıp, etrafı da duvarlarla çevrili değildir. Tüm yıl boyunca açık olduğu gibi panayır süresinde de çok miktarda ticari kervanlar gelir. Hanın içinde yük balyaları depolanır. Bu hanın çatısı ve bazı kısımları ah­şaptır. Panayır devam ettiği günlerde handa bir sabo­taj düzenlendi. Handaki ticari mallar buğdaydan-incik boncuğa, kışlık erzaka kadar her şey yandı. Yangının, handa yemek pişirmek için yakılan bir ateşten çıktığı söylentisi devam ederken, Zile’ye yakın birçok köyden geçimlerini eşkıyalık, çapulculuk, soygunla sağlayan çetelerin yağmasına uğradı. Bu handa bulunan mallar yangın söndürülürken çıkan kargaşada, kaşla-göz ara­sında aşırılmıştı.

Güvenlik güçleri bu soygun olayını soruşturmaya baş­ladı. Şahitlerin söyledikleri ve alınan duyumlar,yağma­nın bu eşkıya grubu tarafından yapıldığını doğruluyor­du. Fakat, daha ciddi ve aktif soruşturma yapılmadı. Güvenlik güçleri soruşturmada inanılmaz savsaklamalar yaptılar.Türkiye’de bu tür ihmaller ve savsaklamalar çoktur.

Bizim, Zile’de bulunduğumuz üçüncü günde sorun çö­züme kavuşturulamamıştı. Kasabanın çamurlu sokak­larında devriyeler geziyor, baştan aşağı dolaşıyorlardı. Ama soyguncular bir türlü bulunamamıştı. Büyük bir para çekim ve ticaret merkezi olan Zile’de sosyal ve ekonomik canlılık bu soygunla, sık,sık olduğu gibi sönmüş, büyük zarar meydana gelmişti. Şehrin yöneti­cileri, tüccarlar, zanaatkârlar, köylüler, zararlarını/kayıp­larını biraz daha azaltmak için, yazın yapılacak başka bir panayırın hazırlıklarına ve yanan hanın onarımına başlamışlardı.

1861 yılında Zile Panayırı’nda çok az alış-veriş ve tica­ri antlaşma oldu. Bunun nedeni de devletin piyasaya madeni para yanı sıra kağıt para (kaime) sürmesi oldu. Halk, kağıt paraya rağbet etmedi. Bu yüzden nakit madeni para sıkıntısı baş gösterdi. Madeni paralar pi­yasadan çekildi. Kâğıt para kullanılmaya başlandı. Ama gerçek değerinin altında işlem görüyordu. 1862’de hü­kümet, kâğıt parayı kullanma zorunluluğunu getirdi.

Panayıra katılan Zileli ve diğer yerlerden gelen iş adam­ları, tüccarlar, gezgin satıcılar ellerindeki malları peşin ve kredili şekilde madeni gümüş paralarla aldıklarını, çok miktarda malı da madeni para karşılığında kredili bir şekilde sattıklarını, vergilerinde yüksek olması han­daki çıkan yangından büyük zarara uğradıklarını, eğer alacaklarını ve vereceklerini kağıt parayla yapacak olurlarsa, büyük bir yıkımla karşı karşıya bulunduk­larını öfkeli üzgün bir şekilde söylüyorlardı. Panayıra katılım ücreti ve yer kirasını depo, konaklama yemek fiyatlarının yüksekliği de Halep’ten gelen tüccarların şikâyet konusuydu. Tüm tüccar, ağız birliği etmişçesi­ne kimseye kredili mal vermeyeceklerini, alacaklarını madeni gümüş para olarak isteyeceklerini, Zile’deki kendilerine verilen hizmetin pahalı olduğunu, gelecek yıl Anadolu’nun diğer yerlerindeki ucuz konaklama, yer kirası ve katılım payı az olan panayırlara gidecek­lerini bildiriyorlardı.

1861 yılında Zile Panayırı’ndaki olumsuz kötü etkileri bir kenara bırakırsak, zor şartlar içinde devletin ilgisiz­liğine rağmen, iyi kârlı bir sezon geçirildi. İyi bir hazırlık olursa, katılımcılar gelecek yılki panayır haftasında za­rarlarını kurtarabilirler. Şimdi faaliyetlerini biraz kıstılar. Her yıl geçtikçe durum düzeliyor. Fransa’da bu panayır­dan kazançlı çıktı.

(Devam edecek)

 

Kategoriler
Makaleler

MEDENİYET YOL,YOL İSE KALKINMADIR

Yusuf Meral

Medeniyet yol,yol ise kalkınmadır

Kendi kendime söz vermiştim. Artık yazı yazmayacağım diye.Nedeni ise, yıllarca araştırdığımız  belgeleri tasnifleyip kitaplaştırmaktı.

Bu aşamada ilk kitabımız olan Şems-i Sivâsî hazretlerini yayım hayatına kazandırmış,Sivas’ta medfun bulunan bu büyük velinin türbesinin  giriş kapısına ‘’ZİLE’de doğan ‘’ ibaresini kitabeleştirmiştik.

Mübarek ömürlerinin yarı yılını Zile’de geçiren bu büyük zat ;devrin valisinin Sivas’ta  yaptırdığı camiinin inşaası sonrasında, burada halkı irşad edecek büyük bir alim,müfessir,kâmil,müderris,fâkih,muhâddis bir hazret aramaya  başlarlar.Araştırmalarının nihayetinde kendilerine (valiye) Şeyh Şemseddin hazretleri teklif edilir.’’Ağabeyim müsaade ederlerse gelirim’’ der.Vali; Zile’de ikâmet eden Muharrem Efendi’den (Halk bu mübarek zata MUALLİM  DEDE der) izin alır. Sivas’a gider ve burada haklı şöhretine kavuşur.

Nasip olursa  bu defa  Muharrem Efendi’nin kızı Safa Hatun’un oğlu KUTB’UL AKTAB ABDULÂHÂD NURÎ HAZRETLERİ’ni yayım hayatına kazandıracağız.Son çalışmaları tamamlanmış olup, kitap baskıya hazır beklemektedir.

Amacımız Kültür Şehri olan ZİLE’nin kültürüne bir nebzecikte olsa katkıda bulunmaktadır.

Araştırma son derecede zordur.Sizin bulduklarınıza sizden sonra gelenler ya da aynı yolda yürüyenler bir şeyler eklerse bu bize büyük bir mutluluk verir.

Zira ben ,İlk defa 1960 lı yıllarda çağıltı dergisinde yayınlanan  ZİLE şivelerini artırmak için, el’an dahi halkın girip çıktığı kahvelere gittim.Elimde kağıt kalem bunları kayda geçtim. Bazıları ‘’Hoca yine bir cevher buldu’’ gibi sözlerle alaya bile aldılar.Aldırmadım.Sözlere kulak kesildim.Onlara çaktırmadan kağıda döktüm.Bakıyorum ilave yok.Dönüp dolaşıyor 1983 yılında çıkardığımız HER YÖNÜYLE ZİLE kitabının  kopyası.Oysa arşivimizde  daha nice Zile kelimelerin gün yüzüne çıkacağı günü beklemektedirler.

Ömrümüz yeterse araştırmalarımız hız kesmeden sürecektir.

Neyse Medeniyet yol dedik.

1977 yılında Bingöl’e gittim. Bingöl –Genç (Genç Bingöl’ün ilçesi) arası tam Zile-Turhal arası kadar.Yol doğa şartlarına rağmen olabildiğince düz,geniş ve beton asfaltla kaplı.O tarihlerde sabah Genç’ten  Bingöl’e bir minibüs ,yaz kış durumuna göre de Bingöl’den öğleden sonra Genç’e bir minibüs. Başka zinhar yok.

O tarihlerde Zile-Turhal arası eğri büğrü alfalt olup olmadığı belli olmayan delik deşik yollar.Ve 3-5 dakikada Zile’den Turhal’a,Turhal’dan Zile’ye taksiler,otobüsler,minibüsler ,kamyonlar vs.

2012-2013 dönemi içerisinde Zile’ye tam 7 defa gelip gittim.Yıllık ihtiyaçlarımın büyük bir kısmını Zile’den karşılamaya azami ölçüde dikkat ederim. Alış-veriş ettiğim esnafın bir çoğu güldü. Bunları Kayseri’ye mi götüreceksiniz diye.

Değişik yerleri görme arzusu içinde değişik yollardan Zile’ye geliş ve gidiş yollarını denedim.

Bakın nelerle karşılaştım.Yakından uzağa doğru. Çekerek Aydıncık (Eskiköy) arasında duble yol çalışmalarının hızla yapıldığını gördüm. Yozgat-Osmanpaşa-Boğazlayan arası müthiş bir yol -ATATÜRK YOLU- deniliyor. (Hatırlatma:  bu yol 2000 yılından önce yapılmıştı.)Sadece Çekerek-Sorgun arası hariç (Herhalde bu yolu Zileliler kullanmış olduğu için) Yozgat’ın hemen hemen bütün ilçeleri duble yolla kaplı (tabii Çekerek-Kadışehri hariç.Ama,Kadışehri’nden de hızlı tren geçecek)

Tokat-Turhal, Turhal Amasya duble yol.

Reşadiye-Suşehri, Reşadiye-Niksar, Niksar Erbaa, Erbaa-Taşova, Taşova_Amasya  arası hep çift yol bakımlı ve düzgün.

Gölbaşı-Bala arası çift yol. Yol tamtakır. Bom boş yol.

Bala-Kaman (Kırşehir ve Ankara’nın ilçeleri) arası duble yol.Yollarda cirit oyna at koştur.Hakeza Kırşehir-Kaman arası çift yol. Fareler cirit atıyor.Yollar tamtakır.bomboş.Sivas- Zara arası 3 gidiş 3 geliş yollar boş.Aynı şekilde Sivas-İmranlı arası.Daha nereleri sayıyım.Yol yapımının çok zor olduğu Akdeniz kıyısındaki  Antalya-Alanya-Manavgat’ı söylemiyorum. Manavgat-Gazipaşa arası . Zile’den çok çok küçük bir kaza yol Duble.Çorum ilçelerini,Amasya ilçelerini söylemiyorum.

Zile-Turhal arası.İki defa DEMİRYOLU’nu çiğniyorsunuz,yol ilkçağdan kalma.ve binlerce araç gelip geçiyor hem de kelle koltukta.. Her  zaman söylüyorum.SAHİPSİZLİK. Amasya-Zile arası.gidenleriniz varmı bilmiyorum.Zile-Artova arası denediniz mi.Aynı şekilde Zile-Pazar arası ya da Zile Kadı şehri arası. Yol ticarette sirkilizasyondur.

Yok biz ticaret şehriyiz.Panayırımız bile var.Üstelik  Osmanlı zamanından kalma diye de övünüyoruz.

Doğru.Çocukluğumuzda Panayıra ihtiyaçlarını sağlamak için, civar il ve ilçelerden,köylerden  akın akın akın insanlar gelir,hanlar ve oteller insanlarla dolup taşardı.Yıllık ihtiyaçlarını bu kentten karşılar ve şehre  para bırakıp giderdi.(hayvan koşumları,soba,semaver her türlü bakır eşyalar-Salça pekmez ,bulgur kazanları çamaşır leğenleri- hazır giyim eşyaları-Bunlar Zile’de imal edilirdi. ‘’Rahmetli annem, hazır giyim yapan işyerlerine günde 30-40 arası tek başına gömlek dikerdi.Tabii düğmelerini dikmek de bizlere düşüyordu.Gülmeyin tanesini 20-25 kuruşa dikiyordu.’’ Her türlü demir işleri ve malları-Nacak,keser,balta,bıçak kazma,nal,çivi,zerze vs.-kalaycılık,tenekecilik -idare,şinanay,çatı olukları vs.-,manifaturacılık,kışlık yiyecekler..saymakla bitmeyecek faaliyet ve etkinlikler.

Şimdi … o güzel panayırımızın yerinde yeller esiyor…Turhal’ın Çarşamba pazarı gibi, çerçiciler geliyor,yerli esnafın  bir yılda kazanacağı paraları bir hafta 10 gün içinde toplayıp gidiyor.Nereden nereye. Şimdi geçmişle övünmek…

Yol Medeniyet,yol kalkınmadır.

Sonra oturup ağlıyoruz. KÜÇÜLEN ZİLE

Saygılarımla…

Not:Bu yazımı 30 mart seçimlerinden önce kaleme almıştım. Seçim arefesinde yanlış anlaşılır amacıyla yayınlatmayı düşünmemiştim.

30 mart seçimleri öncesi bir hafta kadar Zile’de kalmıştım.Neyse Zile-Turhal arası çift yol oluyormuş.Hayırlısı.Yalnız önceki plana göre değil, mevcut yol üzerinden çift yol.yani iki hemzemin geçitli yol.Buna da razıyız.(Ne işe yarar diye vallahi yazıyı yine yayımlamayı düşünmemiştim.)

Ancak  8-9 Ekim tarihlerinde, acil işim nedeniyle Zile’de idim.Hem de merakımı giderecektim. Zile- Turhal arası, acaba özlemini duyduğumuz yola kavuşmuştur diye. Görmez olaydım,yani Sivas Zara arasını ne bileyim ötekilerini berilerini.İYİLEŞTİRMEDEN ÖTE BİR ŞEY GÖREMEDİM.

Amasya-Zile arası da her halde planlanmaya alınmış.

İnanın yazımı bir türlü yayınlatamadım… Ta kii, eşimin birkaç gün önce Zile’ye gitmesine kadar.(7-8 Aralık 2014 de Zile’de idi.)Eşim aynen şöyle diyordu, içi yanarak ve özlemiyle tıtuştuğu kenti için “Yusufff  ZİLE köy olmuş ya”

Doğru da söylüyordu.Köyden kente,kentten de köye gündelik seferler olur.

1980 li yıllarda Zile’den Kayseri’ye, Zile’den Sivas’a, Zile’den Samsun’a günlük araçlar gidip gelirdi. Ya şimdi!..

Tabii Zile’den İstanbul’a günlük 11 sefer gidiş geliş, Zile- Bursa, Zile- İzmir, Zile Ankara’yı hiç saymıyorum.

Küçülen Zile’ye doğru yola devam…

 

Kategoriler
Makaleler

ZİLELİ

                                          Yusuf Meral

“Zile’de her şeyi bulursunuz, sadece tembellik hariç” diyor. Bundan yıllar önce kaleme aldığı bir yazısında ünlü yazarımız rahmetli Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU.

Evet, ZİLELİ çalışkandır. Önüne getirilen her şeyi yapar. Yeter ki iş olsun. Reddetmesi hemen, hemen imkânsızdır. Elde ettiği geliri birikiminde kullanmaz. Yazı kültürüne göre tatilini yapar. Deyim gerekirse “AT GİBİ ÇALIŞIR EŞEK GİBİ YER”

ZİLELİ zevkine düşkündür. Kar gayesi gütmeden senede bir iki gün de olsa bağda bahçede geçirir gününü. Onca yaptığı masrafa bakmadan. Üzümden, elmadan. Kirazdan, vişneden, cevizden şu kadar gelir elde edeceğim demez.

ZİLELİ ÜRETKENDİR. Ancak bu gücünü, ortaklıkta kullanmaz. Kullanmamıştır da. Hep ferdiyetçilikte kalmıştır. Kaybettiği nokta da bu olmuştur. Halen de olmaktadır. 5 li, 6 lı ortaklıklar (aile şirketleri hariç) hemen, hemen hiç yoktur.

ZİLELİ girişimcidir. Girişimciliğini entegrede kullanmaz. Ayni işe başkası da girişir. Hem kendini hem ötekini ortadan kaldırır.

ZİLELİ ÜN mü UN mu sözüne ÜN der. Desinlere meraklıdır. Aldığı bir ürünü pahalı almakla övünür. Ucuz aslana ve onu kullanana yukardan bakar.

ZİLELİ hep “DOĞUŞTAN LİDER”DİR. Ancak bu liderlikleri diğerleri tarafından engellenir. Zile dışındaki Zilelilere baktığımızda hep lider pozisyonunda görürüz onları.

ZİLELİ içerde başkadır, dışarıda başka. Bunu çok güzel ifade etmiştir o meşhur karikatürüyle Sayın Mehmet Sezen ağabey.

ZİLELİ kanaatkârdır. Bulduğu ile yetinir. Yarına Allah Kerim’dir der.    ZİLELİ “Altın yumurtlayan Tavuk”un kıymetini bilmez.

Tavuğu boğazlayarak hem kendine, hem başkasına, hem de topluma zarar verdiğinin farkında olmaz. Dolayısıyla önünü kapatır. Örnekleri ve kaybı çoktur.

ZİLELİ suyu çok sever. Oysa taşa, kayaya sırtını döner. Günün birinde O’na ihtiyacı olacağını hiç düşünmez. Malum. Sel gider, geride kum kalır.

ZİLELİ dosttur. Dostluğu menfaate dayalı değildir.

ZİLELİ iş bitiricidir. Bazen de hem kendini, hem de karşısındakini bitirir.

ZİLELİ milliyetçidir. Milliyetçiliği kendine zarar verir. Oysa NİKSAR’DA OLCA’ dan başka salça satılmaz.

ZİLELİ değişime, gelişime ayak uydurur.1960 yılında Türkiye’nin 49 ilinden büyük olan bu şehir; değişimden, gelişimden siyasiler tarafından ihmal edilmiştir.

Saygılarımla.

Yusuf MERAL

Kayseri Fevzi çakmak Lisesi

Tarih öğretmeni

Kategoriler
Makaleler

Yusuf MERAL

BENİM YAŞADIĞIM ZİLE, BU ZİLE DEĞİLDİ !

Sokaklarında öbek öbek çocuklar görülmüyor; cıvıl cıvıl şen şakrak sesleri duyulmuyor artık.İsimlerini bile saymayı unuttuğumuz oyunlar, sokaklarında oynanmıyor artık.Benim yaşadığım Zile, bu Zile değildi.
Nerede o gece rüyalarımıza giren, hafızalarımızdan silinmeyen; elim elim epenek, el üstünde kimin eli, mendil oyunu, köşe kapmaca, enek (bilye-misket), tekin oyunu, artist-sporcu kartları toplama ve oyunu, çelik-çomak, kel fotak, maymun döndürme, (topaç çevirme), saklambaç, bizden size kim düşe, can yakan, ip atlama, çift ip atlama, kör ebe, taş yıkma, 3 taş, 5 taş, 9 taş, coz oyunu, çember çevirme, tel araba sürme, gazoz kapakları biriktirme ve daha niceleri…
Yeni kuşak,bırakın bunların oynanmasını;çoğunun adlarını bile bilmiyordur.Sokaklarında sinemacı Ethem tahta panosuyla dolaşmıyor; uzun kış gecelerinde tel tel helvası çekilmiyor artık.

Yok yokk..Zile, o eski Zile değil artık.Her evde artık; üzüm, armut, döngel, kavun, patlıcan turşuları kurulmuyor; cevizli kömeler, taranalar (Tarhana), pelverler, (Kuşburnu marmelatı-Bazı yerlerde salçaya da bu ad verilmektedir.)duru pekmezler yapılmıyor,ortaya hevenk hevenk vazlar getirilmiyor, getirilmiyor artık.

Yoldan geçen arabaların plakalarını çocuklar tanımıyor,kimin olduğunu da bilmiyor.Vallahi benim yaşadığım Zile,bu Zile değildi.

Faytoncuların kırbaç sesleri gelmiyor, çocuklar arkalarına asılmıyor artık. Faytoncu durakları da yok. Ya atların kişneyişleri, nal sesleri onlar da yok. Demirci arastalarından gelen neş’eli sesler,urgancıların naraları, leblebilerin kokuları, çokk uzaklardan gelmiyor artık gelmiyor.Sokaklarında gece gündüz şırıl şırıl akan çeşmeler; ellerinde helkilerle başlarında toplanmış kadınlar yok artık,yok.Sabah-öğle arası,yolda yürürken;önümden geçmeyip, bekleyen kadınlarda yok.Hani; sokaklarında,evlerinin önünü sulayıp süpüren kadınlar,onlarda yok,yok artık yok.Birbirimize sırtımızı verdiğimiz, yaslandığımız; o, ahşap evlerimizden inanın sesler gelmiyor, komşular bir eve vakitli-vakitsiz doluşup, dertleşip konuşmuyor.Dayanışma yok, dostluk yok; dert çok, çare yok.Zile; o, eski Zile değil artık.

Vallahi; benim yaşadığım Ziler, bu Zile değildi.

Bağlar var, bahçeler var.Neyleyim bağı bahçeyi? “Bağı senden, bohçası benden” atasözümüz var ya ! içinde bohça yok bohça…..O bağdan, o bağa koşan çocukları; sesleri biribirine karışan eşeklerin ai, ai, aiiileri yok yok.Annemin sesi gelmiyor aşaneden (Aşhane-mutfak )

Annem yok, babam yok, beni yoldan geldiğimde görüp; asık çehresinde güller açan, arasta da köşe dükkanından beni karşılayan CIBIROĞLU (kayınpederim) yok,yok.Baharla birlikte her hafta dolaştığımız, at arabası tutup gittiğimiz; Gezir Seyri, İsmail Dede, Ağbaba, Esbab Çayı, Emirören, Çeltek Baba, Ulukavak Seyirleri yok,yok…Sıkaklarından geçerken, özlemini duyduğumuz, kapı tokmakları, zerze sesleri, kapı şakşakları gelmiyor,duyulmuyor,duyulmuyor artık.Ya gurk’ler !… onlara ne oldu. Onlar da zamane uymuş. Peşlerinde civcivleri dolaştırmaz olmuşlar.onlar da yok , onlar da yok.

Koca koca esvap kazanlarında kaynatılan hedikten, komşular nasibini almıyor artık.Sokaklarımız birer ulu aile gibiydi. Birlikte güler, birlikte eğlenir, birlikte üzülür, birlikte yaşardık herşeyi.

Yok yok. Zile, o eski Zile değil artık.

Yemin ederim,benim yaşadığım Zile,bu Zile değildi.Yazar diyor ya; “O, güzel insanlar; o, beyaz atlara binip gittiler.” Diye.

Her şey değişti.Teknoloji herşeyimizi alt-üst etti.Çocuklar; bilgisayar başında, internet kafede.Aileler ; Televizyon başlarında,sabahlama da.Komşu ziyaretleri,neredeyse yok denecek düzeyde.Bat sofraları, çay ziyafetleri kalmışsa bir kaç evde Dolaşıyorsa ortada BAL DUDAKlar (Rahmetli kayınpederim CIBIROĞLU’na ait bir söz olup; Uzun Çarşı’da dükkan komşuları içinde bilmeyen yoktur.-sözü ile davranışı çelişen kişiler kasdedilmektedir.)

İşte işte NAYLONLAŞTI dostluklar..

Nerde o güzel ZİLEM.

Beyaz atlarıyla gidenleri, gören olursa; n’olur haber versinler…

Yusuf Meral

Kayseri Fevzi Çakmak LisesiTarih

Öğretmeni