Kategoriler
Makaleler

63 Damla Mürekkebin Aşkı

Semra MERAL

Semra Meral
Semra Meral

18

YETİŞMEZ Mİ,   YETKİNLER  DE   YETİMLERE?…(2.Bölüm)(‘63  Damla Mürekkebin Aşkı’ kitabımızda yer alan hatıratımızın ikinci bölümü…)

…Kompozisyon  derslerimin  ‘Tiryaki Sözleri’ ile  beni  ve  ‘göz pınarlarım’  dediğim öğrencilerimi hiç  bırakmayan ‘vefakar onur konuğu Cenap Şahabettin’e bir kere daha gıpta ederken,  yanımda  taşıdığım  defterime  şunları  yazacaktım  biraz  sonra:
-iki üç mısra karalamakla bir ‘Cenap Şahabettin’  ol/ a/mayacağımı bilsem de…-

“Hâlâ  dallarda  kuşlar var…
Ve dallar ki,  çırılçıplak
Ne olur hep böyle yağ kar
Uslu uslu,  sıcak  sıcak!..

Hâlâ yırtık pabuçlar var…
Ayaklar ki;  küçük, çıplak
Ne olur hep böyle kal kar
Uslu uslu,  sıcak sıcak!..”

Ne olur  hep böyle yağ kar;
Nazlı nazlı,   çiçek çiçek
Ne olur hep böyle kal kar;
Sıcak sıcak,  yürek yürek

Yeter ki ‘sen’ yağ,  sen yağ kar
Ama  n’olur,   olma çamur!..
Yeter ki ‘sen’  kal,  sen  kal  kar
Ama n’olur,  olma çamur!..

Lâpa lâpa   yağdıkça  kar
‘Motif motif’  kalsa  n’olur?..
Lâpa lâpâ    yağdıkça  kar
‘Beyaz beyaz’  dursa   n’olur?.. (4)

Başladım son kıtayı tekrara…Dilime persenk etmiştim sanki…
Pabucun yırtığı,  ayağın çıplağı’aklımdan çıkmış;  az kalsın takılmış  gidiyordum da işin   manzarasına sadece…

[“Evet  kar…
Kimine bembeyaz bir manzara da,
kimine de ‘kömür’ gibi  kapkara S.M.”]

Sonra  dedim ki kendi kendime:
“Sen gel şu çayını iç de, çık hele bir yola…Tokat ile Sivas arasında şunun şurasında ne var ki?!.
Sen gel de orada  gör  yine o acıyı… Sen  gel de ‘
Muhteşem Yavuz’un (*)penceresinden görmeye devam et yine o; {“ Yaşanan yokluk ile yaşan /a/ mayan çocukluk’u..S.M.”}

“Nane satan, su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya…”(5a)

“Bezirci’de, Yüceyurt’ta, Altıntabak’ta
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan… “(5b)

Tıpkı  sınıfımda  kürsüde  örnek  okuma  yapıyormuş  gibi  öyle  sesli  sesli  ve  kendinden geçmişçesine  yorumlamaya  çalışıyordum  ki  mısraları,  kızım uyanacak gibi olduysa da tekrar daldı…

Bu sefer,  beni  dinlememiş  olmasına  mı;   yoksa  ‘su  satan  yetim  çocukları’  algılayamamış  olduğuna  mı kızdığımı  iyice  çözememiş  olsam da,  ses tonumu daha da yükselterek :

“Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan.” (6
)

diyordum ki,  Aybala gözlerini açmış şaşkın şaşkın bana bakıyor ve pür dikkat ne olup bittiğini   anlamaya  çalışıyordu…

Pekii;
“ Üstadımıza bu mısraları söyleten biz değil miydik?..
Şu  yukardaki  mısralarla ortaya konulan   kahredici  tablo bizim eserimiz değil miydi?..

Bakiler  Üstadımız haksız mıydı?..”
soruları kafamda iyice dolaşık bir hâl alırken,   Balam’ın  hayret  içinde muzip muzip gülümsemesine ve de dinliyormuş gibi görünmesine aldırmadan devam ediyordum:

[“Oysa ki biz;  Âlemlerin Rabbi’nin ‘Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!’
övgüsüne mazhar olan,  bir  Muazzez  Resul’ün   Ümmeti değil miydik?..
Oysa ki biz;  ismini, ismiyle yazan Yüceler Yücesi Kudret’in Mücellâ  Elçisi’nin   Ümmeti değil miydik?
Oysa ki biz  ‘Habibim!..’ hitabının mübarek muhatabı  Ve  Ol Müberra Nebi’nin Ümmeti’ değil miydik?..
Oysa ki biz;  “Benim karşımda titremenize gerek yok, ben bir kral değilim; Mekkeli kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum..” diyen Kâinatın Efendisi’nin  Ümmeti’ değilmiydik?..s.m.”]

Demek ki biz bu mesajı hiç anlamak istemeyen,  kuru ekmekle değil;  keklerle beslenen ve sıcacık yuvalarda keyf süren  bir ümmet olmuştuk da,   ‘gökteki yıldızlar kadar sayısız kimsesiz ve yoksul çocuklar’vardı…

Artık:
“ Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?” (
7)
diyen şairimizin coşkusu ve çağrısı ile dolup dolup boşalıyordum…

Sıcacık oda buz kesilmiş,  kekimiz tabakta kalmış;  sobamız sönmüş ve çoktaan üşümeye başlamıştık ben de , kızım da…
Üşüyorken  dışarda  kuşlar,
varken; –akranlarının gülüp oynadığı,  annelerinin dizlerinde uyuduğu yaşlarda–
‘su satan, nane satan, hamallık yapan’ çocuklar;
varken hâlâ çıplak ayaklar, biz üşümeliydik, üşümelii; hem de çoookk üşümeliydik!..

Korna sesiyle kendimize geldik…
Yusuf Bey bizi almaya gelmişti bile..
Sessizce, mahcup mahcup arabaya binerken eşim;  bir kızımın, bir benim yüzümüze bakıyordu şaşkın şaşkın… Araba ilerlerken sessizliği bozmuş olmak için olsa gerek –ki-
eli radyoya gitti…
-Allah Allah!..Allah Allah!..diyerek  hayretler içinde kalırken, tevafukun  böylesi beni öyle bahtiyar   etmişti ki;  düğmeyi çevirerek istasyon değiştirmek isteyen eline mani oldum  eşimin…

Ve  eve gelinceye kadar, –o günden sonra da  her dinlediğimde beni huşu ile titreten–
şu  nefis ilâhiyi  birlikte dinledik üçümüz de hiiç çıt çıkarmadan…

“Yetim kızın başını okşayan mübarek el
Ben de yetim bir kızım ne olur bana da gel
Yetim kızı kendine evlad sayan Muhammed
Ben de yetim bir kızım beni yavrun kabul et

Gül sevgin yeter bana ey sevgili resulüm
Öyle muhtacım sana ne verirsen kabulüm”(
8)

diyen o güzel yavrumuz, o güzel yavrularımız;  yüreğimizi öyle cayır cayır yaktı, ciğerimizi öyle kavurdu ki…

 Ve de her hecesi ve   her nağmesi ile,
Ne verirsen kabulüm, öyle muhtacım sanadiyen o naif ses, o narin seslerden etkilenmeyen bir yürek olabilir miydi  ki hem de?!..

Eğer varsa da,
“Ey zalim,
İstersen bütün dünyaya
Her gece,
Kapkara yazılar yazdır
Nişan almış
Karanlığın kalbine,
Mazlumların gözyaşları beyazdır…”(
9)
demez miyiz biz de?!..

Zaten bizim hasbihalimiz de:
[‘
Cüzdan sahibi enselilerle değil; vicdan sahibi erdemliler’le …S.M.]

Zaten işimiz yok bizim:
[ “ ‘
Kürdanları dişlerinde, cüzdanları düşlerinde, vicdanları dışlarında’ olanlarla…S.M.”]

Bu nedenle:

“Ağıtları değil,
ninelerinin ‘ninnileri’ uyutsun mu yetimleri ?..
‘Mavi mavi’ye bürünsün mü düşleri
bayramlarda bari?..
Kollarında ummanlar yürürken,
ellerinde ‘asuman’lar büyüsün mü?!.”
(10)
diye sorduk,  o bahtiyar hokkadaki  ‘63 Damla Mürekkep’e…

“ YETKİNLER DE  YETİŞİR ELBET  YETİMLER’E!..”dediler, Onlar da…

 Yüce Allah(c.c.) damlalarımızı,  derya eyleye…  –inş’Allah!..-

———————————————————————————————————————–
Dipnotlar:
1-5a-5b- 6)Sivas’ta Yoksul Çocuklar- Yavuz Bülent Bakiler
[(*)Muhteşem Yavuz:Türk-İslâm Kültürüne göstermiş oldukları ehemmiyet ve armağan ettikleri ‘muhteşem şiirleri’ nedeniyle Yavuz Bülent Bakiler Üstadımıza; bazı yazı –naçiz-ve yorumlarımızdaki ‘hitabımız’dır efendim..]
2-3)Elhân-ı Şitâ (Kış Nağmeleri) Cenab Şahabeddin 4-)Kar’la Hasbihâl-Semra Meral
7)Naat-Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya 8)Söz:Yusuf Dursun– Müzik:Yasin İlhan
9)Beyaz Gözyaşı-Bestami Yazgan 10) Soralım Mı Vicdanlara?-Semra Meral

Not:  Poetik haber.net’ten alınmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir