BİR DERGİDEN…BİR DERYA’YA…
Semra Meral
[ “Öğretmensiz birer okul, ustasız birer atölye’dir bizim dergiler, dergilerimiz…
Elektriksiz birer ışık kaynağı, ayaksız birer kültür elçisi’dir bizim dergiler, dergilerimiz…
‘İmzası çok’ birer sanat eseri, ‘parası yok’ birer dayanışma merkezi’dir bizim dergiler, dergilerimiz…
Ebedî değil, –hatta belki çok kısa ömürlü—ama ‘ edebî birer edebiyat ekolü’dür
bizim dergiler, dergilerimiz…”s.m.] deriz demesine de;
bir düşünür’ce tasavvur edilmiş,
Meriç ‘Cemil’ce cem edilmiş, bir darb-ı mesel gibi kabul görmüş
“Dergiler, hür tefekkürün kaleleridir…” söylemi kadar; etkin ve keskin bir tarife ulaşabilir mi
ki kelâmımız?..
Ve de, ne dergilerimizin edebiyatımızdaki ehemmiyetlerini anlatmakla bitirebilir;
ne de dergilerin tatlı (!) dertlerini sıralamakla bitirebilir miyiz ki?!..
Biz en iyisi şimdilik –zamanıdır da üstelik—‘Bir Dergimiz’de duralım…
Ve o dergideki bir yazımızla; bu sefer Konya’ya, Mevlâna’ya Ve dee 17 Aralık’a gidelim…
Gidelim, gidelim ki;
semadaki rahmet’e dahil,
Şeb-i Arus’taki hikmet’e vakıf olalım inş’Allah, biz de!..
………………………………………..
Toşayad yani Tokat Şairler ve yazarlar Derneği’nin bir yayın organı olarak
10.yılını; 38. sayısıyla kutlayan ‘KÜMBET’ kapağında:
“T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Dergimizin Abonesidir.” ibaresine yer vermekte…
Yılda dört defa ama dört dörtlük bir gayretle seslenirken Tokat’tan;
kendisini bir ‘eğitim, kültür, sanat ve edebiyat’ dergisi olarak ifade eder…
Zaman zaman ebediyete göç eden özel ve güzel şahsiyetler için özel dosyalar
hazırlarken Kümbet’imiz, çoğu zaman da; eldeki değerler uçup gitmeden sahip çıkmak için
düzenlediği toplantıların yansımasını aktarır sayfalarına…
Ki işte bu özel dosyalardan biri de, “2007 Dünya Mevlâna Yılı” oluşu nedeniyle hazırlanan ‘Hz.Mevlâna’ dosyası idi ki, biz de bu deryaya bir damla bırakabilme umudu ile aşağıdaki yazımızı hürmet ve muhabbetlerle uğurlamıştık dergimiz’e…
{ ÇAĞRI’DAKİ SIR, SEMÂDAKİ NUR (*)
Uzaklardan çok uzaklardan gelir ses, ama sanki yanıbaşındadır;
” Hadi sen de, sen de… ” der gibi yakın, bir ana kucağı gibi sıcak’tır “gel”
Dereleri, gölleri, nehirleri, denizleri; bağları, bahçeleri, ovaları, bayırları aşıp gelmiştir de,
yumuşak; hem de kadife gibi yumuşak’tır “gel ”
Çiçeğe, böceğe, karaya, havaya, kuşa, kurda konmuştur da yine katkısız ve katıksız,
yine saf, yine duru; bir ana sütü gibi berrak’tır “gel ”
Çölü, yeşile; kini, sevgiye; dikeni, güle çevirmeye bir akit;
düşmanı dost, savaşı barış, geceyi gündüz yapmaya bir vakit`tir “gel”
‘Şer değil hayır, eğri değil doğru, çirkin değil güzel’ demek için bir avdet’tir “gel ”
Mini mini, masum bebeklerin feryatlarını dünyanın öbür ucundan duymak için değil de;
annesinin söylediği ninnilerle, mışıl mışıl uyuyan bebeklerin nefes alışını dinlemek için
bir davet’tir “gel”
Kırmayıp, tamir eden; bozmayıp yapan; üzmeyip seven, ayırmayıp birleştiren,
ney sesiyle harmanlanmış bir yalvarış, ‘bir yakarış’tır “gel”
Gence, ihtiyara; kadına, erkeğe; beyaza, zenciye; sünniye, aleviye; yahudiye, mecûsiye
bir çağrı’dır “gel ”
……………………………………………………….
Ya Konya, Ya Konya Ne durumdadır ?…
Mevlâna’sını bağrına basan Konya 17 Aralık`ta, kendisini deyip gelenleri de
bağrına basmaya hazır beklemededir…
Konya artık, Mevlâna`sının ” Ne olursan ol, gel!.. ” çağrısına kulak verenlerin mekânı;
“Gez dünyayı, gör Konya`yı ” davetine icabet edenlerin diyarıdır…
Umutsuzluk kapılarını açar olmuştur artık bütün anahtarlar,
kıvrım kıvrım bütün yollar da, Konya`ya çıkar olmuştur artık…
Oluklar artık burada çift değil, tek akar olmuş; kir değil, nur saçar olmuştur bütün çeşmeler…
Öyleyse an, işte bu ‘an!’
‘800 (**)musluklu çeşme’ den testileri doldurduğun an, işte o an, işte o zaman!..
Çişil çişil yağan mağfiret yağmurlarıyla toprak mis gibi, hava kırılıp yumaşamış;
dikenler yok olmuş, sevgi tomurcukları açmış, gönül meyveleri olgunlaşmaya
başlamıştır artık.
Konya tılsımlı bir şehirdir artık…
Mâna iklimine girmiş, uhrevî bir havada hûşû içindedir…
Rahmet yüklüdür her köşesi, vecd ile bin secde etmekte her taşı;
hikmet doludur her seccadesi, her bir nakışı…
Nasılsa mezar taşı (sikke) başta; kefen de (tennure) hazır, üsttedir…
Hatta hırka yani öz, yani kara toprak, yani en sadık yâr dahi her an hazır, huzurda beklemededir…
İşte şimdi Konya sırlarla süslü, gizemli ve çok güzel, erdemli ve çok özel bir şehirdir artık…
Öyleyse sırları bir bir çözme zamanı, vuslata erme vaktidir artık
Olanca samimiyet ve içtenlikle dil ikrarda, kalp tasdikte Allah`a gitme vaktidir artık…
Baş dönmeden, göz kararmadan Allah(c.c.)`a varma zamanı, Allah’a vasıl olma vaktidir artık…
Allah`tan gelinmiş ve yine Allah’a gidilecek, “rücû” edilerek, aslına dönülecektir artık…
……………………………………………………….
Buyrun haydi Semâ’ya…
Buyrun efendim haydi Hû’ya…
Haydi mirim buyrun semâya…
Semâ… adını göklerden alan Semâ…
Olsa da yukarılarda, ‘yukardan bakma’yan Semâ…
Seninle hem ayaklar yerde, toprak’ta; hem gözler gökte, gönül Hakk’tadır değil mi Semâ?..
“Öyleyse sağ el yukarda, sol el biraz aşağıda olmalı;
sağla sol özdeşleşirken yukarı ile aşağı bütünleşsin!” değil mi semâ?..
“Sağ el, Hakk’a doğru açık; isteyen, yalvaran, yakaran;
Sol el, halka doğru açık; ektiğini biçen, aldığını veren, hissesini dağıtan!” olsun değil mi semâ?..
Böyledir aslolan, böyle ister Yaradan…
Böyledir yakışık alan: Ne kadar çok vermişse sana Yaradan; o kadar çok pay etmeli insan-ı kâmil olan!..
Budur insaniyet, budur hikmet, budur hakkaniyet!..
Budur “canlar canını buldum, kovanım yağma olsun” diyebilmek değil mi Yunus Emre’m Pîrim?..
…………..
Sonra parmaklar üzerinde ağır ağır dönüş, toprağa bir yumuşakça dokunuş…
Bu ağır ağır dönüş Ve bir /den bir /e perde perde yükseliş;
ne bir dansta, ne de bir musikidedir….
Bu, ağır ağır dönüş ve bu perde perde yükseliş sadece semadadır…
Bu dönüş, mânâ ikliminde yoğrulan mayanın aşk iksiriyle kabarması, coşması;
Allah(c.c.) aşkı’nın ateşiyle gönlün yanıp tutuşması’dır.
Bu dönüş, tutaşan gönüllere ilaç; dizlere derman’dır.
Bu dönüş, diyarlarda değil, gönüllerde yansıma’dır.
Bu dönüş, yokluk`tan; varlık`a dönmedir.
Bu dönüş, çokluk’tan; birlik’e dönmedir…
Bu dönüş:
Şeb-i arus`ta, vuslat `ı arama; vuslat`ta şeb-i arus`u bulmadır.
Bu dönüş Vahdet’e Vasıl olma’dır….
……………………………………………………
17 Aralıklarda, şafaklarla birlikte semâya bakanlar sürü sürü kuşun, süzüle süzüle uçtuğunu görürler.
Mevlâna Diyarı’ndan göğe yükselen kuşların kanat şakırtıları, uzaklardan çook uzaklardan duyulur…
Kış ortasında hava sıcak, hava yumuşak, hava berrak`tır.
“Çağrı`daki Sır” çözülmüş; “Semâdan ‘çişil çişil’ Nur” yağmadadır…}
……………………………………………………………………………………………….
Dipnot:
(*) Yeni güncellemesi ile (**)Mevlâna Hazretleri’nin 800. Doğum Yıldönümü idi 2007 ve
Unesco( Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) bu yılı “Mevlâna Yılı” ilân etmişti..
Not: Bu makale, Poetik Haber.Net’ten alınmıştır.20.12.2015