Semra Meral
Şehit Muallim’im!…
“Kıldığın namaz, eylediğin niyaz ile yükselirken sen Şehitliğe;
Allah için, dün olduğu gibi bugün de varız biz, varız şahitliğe!” (1)
Çünkü sen; daha gencecik bir fidan iken toprağa düşerek; memleketinin Hakk’a koşan bir yiğidi, bir Mehmet’i, bir Şehidi oldun!..
Çünkü sen; reva görüldüğün o insanlık dışı işkencelerle hem ‘can verme sırrı’nı ilmik ilmik ören bir “alp”i; hem bu sırra fersah fersah ulaşan bir “eren”i oldun!..
Çünkü;
“Yollar var yapraktan yaprağa toprağa akar,
Yollar var topraktan toprağa Allah’a akar” (2)
Çünkü Şehidim,
Öğretmen olmaya vardığın mektebinden mezun ettirmediler seni ama
taşıdığın hasletler, çektiğin meşakkatlerle Allah’a vardı emellerin!..
‘İster tesadüf de, ister de tevafuk/ inananlar için hep açıktır ufuk!.’ şiarınca
Öğretmen ol /a /ma /sın diye şehit ettiler seni ama her 23-24 Kasım’da
rahmetlerle anılırken, gönüllerde taht kurdun!..
Şehidim seni bin parçaya bölmek için attılar dördüncü kattan da;
Bir’den Bir’ e kavuştu yine vecd ile bütün ruhun!..
23 Kasım’da son nefesini teslim eylerken Rahmet-i Rahman’ına;
26 Kasımdaki cenaze töreni akabinde naaşınla tanışan toprak
kışı beklerken yeşerdi de; çiçeğe durdu yeniden, yaprak yaprak!..
Çünkü Yüce Allah: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin.
Bilakis onlar diridirler…” (Bakara 154) buyurmuşlardı…
Ve bu buyruğa şahit oldu toprak, şahit oldu yaprak ve vallahi
şahit oldu bayrak!
Çünkü Şehidim, ‘Allah u ekber’ nidaları inletirken yeri göğü;
toprağa verilirken naaşın ve yine ve yeniden sızdı da bedeninden
mübarek kanın; süslendi bir bayrak gibi o bembeyaz kefenin…İbret alırken(!)
düşmanın; Yüce Mevlâ’nın bir hikmeti saydı bütün dostların!..
……………………………………………
Niçin eziyet ettiler sana; neden bisiklet pompası ile
ciğerlerini şişirdikten sonra, kanmadılar daha da,
Ankara Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nun dördüncü katından
aşağıya attılar seni vampirlerin!..
Suçun neydi, neydi günahın?..
‘Kılamadığın namazları unutmayım diye
o küçük defterine not etmen’ mi?..
‘Efendi mi efendi bir Anadolu evladı olman;
mahallede külhanbeyi, meyhanede kabadayı olmaman!..’ mı?..
Neydi suçun, neydi günahın?!..
Kendi dalında, kendi mecrasında beş cevher bilip, beş güher
gördüğümüz ve “Zile’min Beşibiyerdesi” (3) ismini vermekle
bahtiyar olduğumuz beşlilerden;
‘ Bir Müfit Muallim’ dediğim, Cennet mekân(inş’Allah) müftümüz
Arif Kılıç Hocamızın dizinin dibinden ayrılmaman mı?..
Kendilerinden ve kütüphanemizden ödünç kitaplar alarak dersine ders,
ilmine ilim katman mı?..
Neydi suçun?!..
Evinizin hayatından(girişinden) bölünmüş,
bir kişinin bile zor sığdığı o sobacı dükkânına sahip olması mıydı
babanın da; soyguncular, vurguncular dururken
sermaye düşmanı alçaklar, g sen’i gözlerine kestirdiler!..
Neydi günahın?!. Allah demen, hak demen, hukuk demen mi?!..
Neydi suçun?!..Ezan demen, vatan demen, bayrak demen mi?!..
Velhasılı;
öyle veya böyle ‘dış paşalara maşa’ olmuş
satılmış uşakların oyunu ile, kardeşin kardeşi öldürdüğü
‘1980 öncesi’nin o dinmez acısına şahit oldu taşıdığın hasletler…
Velhasılı;
güzide kadın yazarlarımızdan Emine Işınsu’nun o unutulmaz romanı
Sancı(roman)sına tanık oldu çektiğin meşakketler…
………………………………………………………………
Sen ki babaannenin umudu, babanın sağ kolu, annenin biricik oğluydun…
Sen ki evin büyüğü; kardeşlerin Samiye, Kadriye ve Zübeyde’nin idolüydün..
Kırk altı seneden beri de; öz yaşları oldun, göz yaşları oldun o kor yüreklerine de;
taç oldun başlarına, kıvanç oldun düşlerine…
Çünkü onlar acınıza dayanamayan cefakâr annenizi sizden iki yıl sonra;
fedakâr babanız Abdullah amcamız’ı da 1993’te uğurladılar, sığınarak
Rahmet-i Rahmanlarına…
Hem Zile’min, Hem Zilelilim’in, hem Türkiye’min yüreğini yaktı kavurdu
o unutulmayan gidişin kırk altıseneden beri de; savurmadan hiç kimseyi
oraya buraya; birleştirdin bütün bilekleri, bütün ettin yürekleri de:
“Önkuzu hey! Önkuzu! / Önde gider Önkuzu.
Anası ‘Dursun’ demiş / Durmaz gider Önkuzu!..”(4) diye şiirler yazılıp;
ağıtlar yakılırken sana, seninle yaşadı ve yaşıyor da hâlâ
o buruk gururu memleketin!..
İşte bu yüzden sen, Zile’min ‘Bir Şehit Muallimi’sin!..
İşte bu yüzden sen, “Zile’min beşibiyerdesi” nden birisin!..
Çünkü sen önde giden bir kuzu, kuzu imamlardan, bir Önkuzu’sun!..
Çünkü; ismi Muharrem Efendi olarak geçmiş olsa da bütün kitaplarda,
taa Horasan’dan gelip; bizim deyip, bizi deyip mekân tutan bir âlimden;
bir fazıl, bir eren, bir ermiş, bir ‘Mürşit Muallim’ den feyz almıştır
senin bütün taşın, toprağın!..
Bir âlim ki, sadece kendine değil ilmi, irfanı;
dersler veriyor daha talebelerine 16. yüz yılda medreselerinde..
Bu yüzden ‘Muallim’ demiş kendilerine halkın… yetmemiş eklemiş;
‘Dede’ demiş, dede bilmiş…Yani bir ‘dede’ kadar şefkatli,
bir ‘dede’ kadar sevecen ve bir o kadar cana yakın!..
İşte senin de bütün Zileliler gibi böyle bir Muallim’di esin kaynağın da;
o kılamadığın namazların kazalarını unutmayım diye bire bir not ettin!..
Ve çünkü sen; Zincirli Ülya Cami minaresinden okunan ezan ile,
Elbaşıoğlu’nda Çakıcı Hoca’nın biraz daha uzaktan gelen o
davetkâr nidası helâlleşirken birbiri ile;
senin başucundaki saatten daha yakındılar da sana,
hem okudun ve hem dokudun o ulvi inancımızı…
Çünkü sen ‘Bir Müfit Muallim’ olan müftümüz Arif Kılıç’ın
sabah namazı öncesi sohbetleri ile sevdin değerlerimizi,
sevdin sevgiyi ve işledin şefkati de kucakladın aileni, kardeşini, komşunu…
Bir mazlum anne, bir kanaatkâr baba ve
pırıl pırıl kardeşlerinle başlarken insanlığın;
ülkeye döndü ülkün, ülkeye döndü ufkun!..
Çünkü sen ‘Bir Cahit Muallim’ dediğim Cahit öğretmenim Külebi ile
sevdin çok sevdin yurdumu, milletimi!..
O ‘anlat biraz’ derken; sen aradın, araştırdın; anlatmak için ‘Oku’ mak
gerekir dedin, oku/dukça, öğrendikçe de, önce Zile, sonra Tokat ama
hep ve daima Türkiye dedin de aydınlık bütün bir Türkiye’yi
kucaklamak oldu meramın!..
Çünkü sen ‘Bir Korkut Muallim’le tanışmamış olsan da birebir;
şehrinin ‘Sepetçioğlu Sokağı’nda doğduğunu bilir de özenirdin
O’nun o, nehirler gibi çağlayan milli ve bir o kadar buram buram
tarih kokan romanlarına…
İşte şimdi öğretmenim;
sadece 23 Kasımlarda, sadece 24 Kasımlarda değil;
her daim ‘ihlâs’ ile okunacak Fatiha’larla,
nehirler gibi uzayıp gidecek sonsuzluğa senin şehitliğin!..
Zira:
Önkuzu hey! Önkuzu/Önde gider Önkuzu.
Bu bayrak düşmez yere/ Ölmedikçe sonkuzu!(5)
(1) S.M. (2) S.M.( Şems-i Sivasi’ye Erciyes’ten Selâm’ kitabımız’dan..
3) Zile’nin Beşibiyerdesi: Yayıma hazır küçük bir el kitabımız.
4-5) Şiir:Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu- Yorum:Mustafa Yıldızdoğan